Verimli bir hafta
Verimli bir hafta
2007 yılının 15. haftası oldukça hareketli geçti. Önce, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt basın toplantısı yaptı. Ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Harp Akademilerinde Kurmay Subay adaylarına konuştu. 14 Nisan Cumartesi günü de Cumhuriyetin, Devletin, Hükümet ve TBMM’nin asıl sahibi; Ankara Tandoğan ve Anıtkabir’de “Ben buradayım ve 1923’ten bu yana olan kazanımların sahibiyim ve onları hiçbir gerici ve bölücünün çiğnemesine meydan vermem” dedi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın basın toplantısındaki ifadeleri nazik, fakat birilerinin yüzüne şamar gibiydi. Aslında basın toplantısından çok, komutanlara akademik bir ders niteliğinde olduğu konusunda herkes hemfikirdi. Çünkü üç kuvvet komutanı ve Jandarma Genel Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı’nın yanı sıra birçok general de salonda yerlerini almış; Büyükanıt Paşa’yı salona girişinde ayakta karşılamışlar. Büyükanıt Paşa’nın söyleminin kişisel olmayıp, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin söylemi olduğu vurgulanmak istenmiştir. Bu tavır, bana 1925 yılındaki “İstiklal Mahkemesi” salonunu hatırlattı. İzmir suikastından sanık olarak yargılanana Merhum Kazım Karabekir’in elleri kelepçeli olarak getirildiği salona girişinde; Harp okulu rozetli, sivil giyimli çok sayıda subayın, Karabekir Paşa’yı ayakta selamlamaları neticesinde gelişen olayları pek çoğumuz hatırlayacaktır. Neyse biz asıl konumuza dönelim. Büyükanıt Paşa, Irak’ın kuzeyinde kendilerine devlet süsü veren bir takım eşkıya bozuntularına ve destekçilerine göndermeler yaptı. Sınır ötesi bir askeri harekâtın yapılmasını ve bunun başarıya ulaşacağını özenle vurguladı. Ancak, buna kendilerinin yetkili olmadıklarını, yasal zeminde yetkili olanların karar vermeleri gerektiğini de belirtmeyi ihmal etmedi. Yani, “biz hazırız ama siyasi otoritenin kararını bekliyoruz” dedi. Sorumluluğun siyasi otoritenin üzerinde olduğu, Genelkurmay Başkanı tarafından kamuoyu önünde tescillendi. Seçilecek Cumhurbaşkanı ise “Atatürk ilkelerine, anayasaya ve laik cumhuriyete sözde değil özde bağlı olmasını ve bağlılığını davranışları ile belli etmesi gerektiğini ve böyle birinin Cumhurbaşkanı seçileceğini umut ettiğini” belirterek; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhurbaşkanı profilini açıkça çizmiştir. Büyükanıt Paşa, kelimeleri titizlikle seçmiş, vurgulamaları ise büyük bir ustalıkla yapmıştır. Demokrasiden nasibini almamış içerideki ve dışarıdaki güruha iyi bir demokrasi dersi vermiştir. Sorular bölümünde, bütün soruları kabul etmiş, çoğuna açık yüreklilikle cevap vermiş ve cevap vermek istemediklerini dahi –bulunduğu konum itibariyle- beyin portföyünün münasip bir bölümüne yerleştirmiştir. Hiçbir basın mensubuna kaşını dahi indirmemiştir. Fakat söylenilmesi gerekenleri de gayet açıkça ve nezaket içerisinde söylemiştir. Sözlerin muhatapları yine son derece pişkin. Hani utanmasalar, “Paşa nerede ise içimizden geçenleri okudu ve seslendirdi” diyecekler. Haftanın ikinci önemli olayı da, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Harp akademilerinde Kurmay Subay adaylarına seslenişi idi. Ne dedi Cumhurbaşkanı? “Laik Cumhuriyet bugünkü kadar hiçbir zaman tehlikede kalmamıştır.” Burada muhatap zikredilmiyor. Paşanın sözlerinde muhatap belli ama tepki yok. Cumhurbaşkanı’nın sözlerine ise, TBBM Başkanı, Hükümetin başı ve Dışişleri Bakanından anında tepkiler. Ne oluyor Baylar? Cumhurbaşkanı, başında bulunduğu Cumhuriyetle ilgili endişelerini söylemeye mezun değil mi? Sonra, Cumhurbaşkanı seçilmiş bir kişi atanmışların beyanatları karşısında sus pus oluyorsunuz da, seçilmişe celallenmenin sebebi nedir? Anlamış değilim. Neyse, elbet günün birinde anlaşılır. Üçüncü olay ise, asrın olayı. Kendilerine mega medya payesi verilen bazı medya kuruluşları umursamazdan geldi. Ama bir milyon beş yüz bin kişi giderlerini ceplerinden ödeyerek Ankara Tandoğan ve anıtkabir’de bir araya geldi. Cumhuriyet’e laikliğe ve Atatürk İlkelerine sahip çıktılar. Muhteşem bir miting yurdun her karışından iştirakçi var. Herhangi bir yardım vaadiyle – en azından erzak torbası- için orada bulunmuyorlar. Tamamen Cumhuriyet, Laiklik ve Atatürk’e olan saygı ve bağlılıklarını gösterme uğruna meydanlara dökülmüşler. Mesajın muhatapları demek daha doğru olur. Çünkü bölücüler ve gericiler Laik Cumhuriyeti bölüp, parçalayıp ve yıkmak için tek vücut olmuşa benziyorlar. İşte bu muhteşem mitinge katılanlar diyorlar ki “Laik Cumhuriyeti korumak için buradayız. Ya siz neredesiniz?” Ben de diyorum ki, sakın ha bu muhteşem topluluğun karşısına çıkıp da, Atatürk’ten ve Atatürk’ün kurmuş olduğu Laik Cumhuriyet’ten rövanş almaya kalkışmayın. Buna ne gücünüz, ne de yüreğiniz yeter.