Umudu dürt, umutsuzluğu yaşatır

Aşkın büyüsü, beni Dünya gerçekliğinden kopardı. Mutluyum.

Bugün köşeme baktım. Son yazımı 10 Haziran’da yazmışım. Gezi zamanıydı.

Sırılsıklam aşığım, aylardır. Sevgilim Gül’e buradan selam olsun.

Aşkın büyüsü, beni Dünya gerçekliğinden kopardı. Mutluyum.

Gerçeklikten koptuğum anlarda, mutluluğum baki. Aldım cebime koydum.

Ama, şimdi yazıma tekrar bakınca fark ettim ki, mutluluğum, Gezi zamanında şimdi bir türlü açılamadığını gördüğüm, yeni yeni filizler vermiş.

Bu akşam, dedim ki, kendime, “Aşkın; taşıyamayacağı bir yükü,- seni gerçeklikten alma yükünü- yüklendi ve bu yük onu öldürür. Böyle devam ederse, onun kaçınılmaz ölümü gelecek ve o zaman sen, iki kere öldüğünü göreceksin. Gerçekliği, aşkın sırtından al, kendin yüklen; yüklen ki, onunla uzun yollar yürüyebilesin; yan yana”

-o-

Birkaç sene önceydi. Bir toplantıda, “solcuyu tanımlayan en temel olgu, umuttur” demiştim. Çünkü, solcu, başka bir dünyanın mümkün olduğuna olan inancını yitirmez. Bu yüzden umut doludur. Umudunu yitiren, solculuğunu da yitirir.

1980’li yıllardan, Reagan ve Thatcher’in, bizleri Yeni Dünya Düzeni’ne yaka paça sürükledikleri yıllardan bu yana, onların haleflerince beynimize sürekli nakşedilen şey, umutsuzluk.

Otuz yılı aşkın süredir bize, “İnsanın ulaşabileceği en ileri düzey bu; bununla idare edeceksiniz” dediler.

-o-

Şimdi, Gezi zamanı değil; özeleştiri zamanı.

Türkiye özelinde ve benim kişisel tarihim özelinde umut, vitrinlik Türkiye demokrasinin, askeri vesayet sisteminin çözülmesi ile gerçek bir demokrasiye dönüleceğine olan inançtı.

Bunu gerçekleştirebilme fırsatının, tarihin garip bir cilvesi olarak muhafazakar demokrat olduğunu iddia eden sağ bir partiye AKP’ye nasip olması beklenir bir şey değildi, ama ehven-i şerdi, benim için.

Bir şekilde değişim gerçekleştikten sonra, her şey yoluna girerdi.

Oysa, bugün geldiğimiz aşamada görüyorum ki, gerçekleşmiş olan bir şey yok. Vitrinlik demokrasiden, sandıkla (çoğunluk oyuyla) meşrulaştırılmış bir otoriterlik dönemine girdik, Türkiye Demokrasisi’nde.

Askeri vesayet döneminde, ordunun 24 Ocak Kararları ile başlattığı, neo-liberal umutsuzluğun; Türkiye Toplumuna zorla zerk edilmesi sürecince, tıkanma noktasına gelinmişti.

Bu tıkanıklık, AKP’nin, askeri vesayetin zorlamasını suçlu gibi gösterebilmesi ile aşıldı. Bu zordan kurtulma hali, Türkiye toplumunda genel bir umut hissine yol açtı.

Artık, neo-liberal umutsuzluk, zorlamadan, aksine zordan kurtuluyormuş hissi ile nakş edilebilirdi, beynimize, bedenimize.

Şimdi toplum olarak, bu zorlamasız yeni umutsuzluk hali ile hemhal oluyoruz. Umutsuzluğumuz daha bir katmerlendi. Çünkü, “artık demokrasi var; toplum bunu istiyor” ile aynı yelkene üfleyen vesayet döneminin arkaik söylemleri ile mır mırcı bir muhalefetin kapladığı siyasal zeminde, adımımızı basacak yer bulamıyoruz.

Şimdi, sanıyorum; adımımızı basamadığımız bu siyasal zemini; dikine kesen, yeni bir siyasal zemin, neo-liberal umutsuzluğun toplum üzerinde soluk alınmaz ağır sisini dağıtacak bir zemini oluşturarak Edip Cansever’in provokatörlüğünde yeniden umutlanabiliriz.

“Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.