Türk ordusu kime yenildi?

Biten yılın en önemli olaylarından bir de Türk ordusuna kurulan tuzağın çökmesi idi. 2014 yılına esir kamplarında giren eski Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, generaller, amiraller, yüksek rütbeli subaylar ve genç teğmenlerle birlikte hapisteki aydınlarımız da yeni yıla evlerinde girdi. Şu anda sadece “casusluk” davası gerekçesiyle az sayıda tutuklu subay var.
“Türk ordusuna kumpas”, kumpasın kurulduğu dönemde kumpasçılarla birlikte görev yapanların da ağzında. Şimdi sıra kumpası kimin kurduğunun açığa çıkarılmasında. Bir ordunun bu ölçüde çökertildiğine başka ülkelerde tanık olunmuş mudur, bilemeyiz? Ancak Türk tarihinde böylesine büyük çaplı bir “orduyu dağıtma” olayı yok.
Birinci Paylaşım Savaşından yenik çıkan Osmanlı ordusu bile bu çapta bir tasfiye, esir alma ve tutuklanma ile karşılaşmamıştı. Bir ordunun bir dönem komuta kademesinin neredeyse tamamı esir alınmış, donanması hareket edemez hale getirilmiş ve terfi sistemi bir daha düzelemeyecek şekilde alt üst olmuştu.
Söylemek belki acı ama, olayın adını koymak gerekirse Türk ordusu tek mermi atmadan yenilmiş ve komuta kademesi esir düşmüştü. Peki Türk ordusunu yenen kuvvet kim idi?
Bu sorunun yanıtını hapisten çıkan aydınlar daha “kumpas” kurulduğu anda tespit etseler bile yenilginin esas muhatabı eski Genelkurmay Başkanı tespit etmek istemiyor.
Türk ordusunu yenen, Silivri yargılamaları sırasında karşısına önce gizli, sonra da açık tanık olarak çıkartılan ve terör örgütünün 2 numaralı adamı Şemdin Sakık değildi. Öyle bir tespit hem 30 yılı aşkın süre teröre karşı mücadele eden Türk ordusuna hem de bu mücadelede yaşamını ortaya koyanlara karşı büyük bir haksızlık olur. Ancak Şemdin Sakık’ı İlker Başbuğ’un karşısına tanık olarak çıkartıp Başbuğ’u “terör örgütü kurmak ve yönetmek” suçlaması ile yargılayan daha büyük bir irade olmalı. Bu irade içerdeki siyasal irade de değil. Ancak onu da içine alan ve kullanan güçlü bir irade.
Böyle bir irade Pensilvanya’daki çiftlikte oturan ilkokul mezunu vaiz eskisi de değildir. Bu emekli vaiz “kumpas” içinde önemli bir figür olmakla beraber asla “kumpas”ın esas sahibi de değildir. Olsa olsa “kumpas”ı işletmek ve sahibini gizlemek için kullanılmıştır. Üstelik vaizi bugün kullananlar yarın daha büyük çıkarlar için feda edip iade de edebilirler.
Eski Genelkurmay Başkanı yılın son günlerinde “kumpas”ı ortaya çıkarmak için İstanbul adliyesinde savcılara ifade verdikten sonra “kumpas”ın ilk günlerinde destekleyen bir dinci yazarın TV programına konuk oldu. Programdan edindiğimiz izlenime göre Türk ordusunun eski Genelkurmay Başkanı kendisine “kumpas” kuran esas gücü görse bile söyleme cesaretine sahip değil.
Koskoca Türk ordusuna “kumpas” kurmak herhalde maceracı ve cemaatçi birkaç savcı ya da polis şefinin boyunu çok aşan bir olaydır. Zaten bu kişiler, ellerine verilen planı uygularken çok acemice hatalar yapmış 1500’den fazla hata yargılamalar sırasında ve bilirkişi raporlarında ortaya çıkmıştır.
Kumpası yapanların ortaya çıkması için işe bu savcılardan ve polis şeflerinden başlanması da doğaldır. Ancak olayı onlarla sınırlamayıp esas “kumpas” sahibini ve nedenini ortaya koyamazsak yeni kumpaslarla karşılaşmak da kaçınılmaz olacaktır.
Türk ordusu yakın tarihte savcı Zekeriya, ya da polis Ali Fuat ile hatta emekli vaiz ile çarpışmadı. Onun çok ötesinde ordunun başına çuval geçirebilecek kadar küstah ve zorba bir güçle çarpıştı. Bu gücün kim olduğunu Teğmen Mehmet Ali bildiğine göre Orgeneral İlker de biliyor olmalı ve Türk halkına söylemeli.
Türk ordusu Ulusal Kurtuluş Savaşı verirken er Mehmet Yunan üniforması giymiş, er Yorgo ya da er Dimitri ile çarpışmadığını çok iyi biliyordu. Emperyalizm demeyi bilmese bile “yedi düvel” demeyi beceriyordu. Zaten zaferden sonra gerçekte kiminle çarpıştığımızı çok iyi gördük. Ne Mudanya’da ne de Lozan’da karşımıza bir Yunan generali ya da siyasi sorumlusu çıktı. Uşak’ta esir alınan Trikopis ya da Hacı Anesti savaş sonrası muhatabımız olmadı.
Hem Mudanya’da, hem de Lozan’da karşımızda emperyalizmin en güçlü temsilcileri vardı.
Türk ordusu da kiminle savaştığını ve kime yenildiğini doğru tespit etmeli, doğru tespiti yaptıysa da bunu Türk halkına söylemelidir.
ABD emperyalizminin temsilcileri “Türk ordusu hizadan çıktı” sözünü söyleyebiliyorsa, Türk ordusunun temsilcileri, hele de bu savaşta esir alınanlar ABD’nin saldırgan ve küstah politikalarını açıkça söylemelidir.
Bugün tertibin sahiplerini “F tipi” diyerek geçiştirebiliriz. Ancak alfabemizde Z harfine kadar daha çok harf var. Alfabemize Q, X, W harflerini eklemeye çalışanların kumpaslarının sonunun gelmesi ancak gerçek kumpasçının ortaya çıkarılması ile olur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.