Şeker Fabrikalarındaki Özelleştirmenin Perde Arkası

AKP iktidarı yeni bir özelleştirme paketi ile 14 şeker fabrikasını satacağını açıkladı. 3 Nisan ile 18 Nisan arasında yapılacak 3 gurup ihale ile hem Türk tarımına, hem de tarımsal sanayi kolu şeker üretimine ağır bir darbe indirilecek.
Basına da yansıyan haberlere göre, bu özelleştirmenin arkasında nişasta bazlı şeker üreten 5 büyük yabancı firma ve özellikle dünyanın en büyük tekellerinden olan ABD merkezli Cargill firması olduğu söyleniyor.
Türk kamuoyu nihayet 20 yılda Cargill adını ve bu firmanın ülkemizdeki yıkıcı faaliyetlerini öğrenmeye başladı. Bu girişim öncesi Soner Yalçın tarafından yazılan “Saklı Seçilmişler” ile bu kitaptan birkaç ay önce Bursa Barosu desteği ile gazeteci İhsan Bölük tarafından yazılan ve kamuoyunda henüz fazla ilgi bulmayan “Muktedirlerle Dans:Cargill” adlı iki çalışma, Cargill adlı doyumsuz firmanın içyüzünü anlatıyor.
Soner Yalçın’ın çalışması Cargil firmasının yapısı, dünyanın diğer ülkelerindeki bağlantıları ve ürünlerinin ardında yatan tehlikeyi gözler önüne seriyor. İhsan Bölük’ün kitabı ise Cargill firmasının Bursa’da yasa dışı olarak kurduğu tesise karşı yürütülen hukuk mücadelesini özetliyor. Bu firmaya karşı açılan ve davacıları arasında bu satırları yazarının da bulunduğu hukuk savaşının kazanılmasına rağmen nasıl çelik duvarlara çarptığını özetliyor. Bu iki eser arasında bağlantı eksikliği var. Bu eksikliği tamamlayacak bazı çalışmalar da şu anda sürdürülüyor.
Esas konumuz ülkemiz bu kadar önemli sorunlarla boğuşurken ve büyük bir ekonomik çıkmaza sürüklenirken bu özelleştirmenin nereden çıktığı. Üstelik tam da “yerli ve milli” sözlerinin havada uçuştuğu sırada…
Türkiye, 12 Eylül darbesi sonrasında yapay olarak özelleştirmeyi tartışmaya itildi. Cumhuriyetin ekonomik kazanımlarının yok edilmesi, yağmalanması, “tarihten kazınması” hedefleniyordu. Hedefteki ekonomik tesisler arasında şeker fabrikaları da vardı. Dünyadaki şeker tekellerinin elinde büyük şeker stokları vardı. Bu arada şeker pancarı ve şeker kamışı dışında mısır şurubundan şeker üretimi geliştirilmiş, az gelişmiş ülkelerdeki devasa mısır plantasyonlarında yetiştirilen GDO’lu mısırları tüketecek tesisler için ülke aranıyordu.
Kirletici etkileri dışında, aşırı temiz su kullanımı gerektiren bu teknoloji pek çok ülkeden kovulmuştu. Cargill adıyla bilinen dünyanın en büyük tekellerinden biri, Bursa Orhangazi’de İznik gölü kıyısında, bölgenin en değerli tatlı suyunun yanı başında bir arazi satın alarak bütün imar planlarını alt üst ederek bir şeker tesisi kurmaya başladı. Bu tesis ile ilgili sayısız dava açıldı. Davaların tümünün kazanılmasına rağmen hiçbir yargı kararı uygulanmadı. En sonunda yasalar hatta anayasa da değiştirildi. Fabrika biri temel aşamasında, diğeri üretim başladıktan sonra olmak üzere 2 kez mühürlendi. Mühürlenmeyi engellemeyen 2 vali görevden alınarak kızağa çekildi. Bir daha asla aktif görev alamadı.
İlginç olan nokta, tam da bu dönemde ekonomik krizde bulunan ülkemizin IMF kıskacına düşmüş olması ve IMF’ye verilen niyet mektuplarında istenen tavizlerin başında şeker pancarı üretimi ile şeker fabrikalarının geleceğine yer verilmiş olması. IMF’ye verilen 9 Aralık 1999 tarihli 1. Niyet Mektubunda şeker pancarı üreticilerine getirilecek kısıtlamaların ilk işaretleri yer alırken, 22 Haziran 2000 tarihli Niyet Mektubunda “ 2000 yılı Ağustos sonu itibarıyla, Özelleştirme İdaresi’ne devredilecek işletmeler portföyüne Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’nin bazı fabrikalarının alınması” ibaresi yer alıyordu. 18 Aralık 2000 tarihli Niyet Mektubunda ise IMF’nin bütün kötü niyetini ortaya çıkaran taleplerini karşılayan şu sözler veriliyordu:
*2001 yılı şeker pancarı kotalarının 12,5 milyon tondan 11,5 milyon tona düşürülmesi ve şeker pancarı destekleme fiyatının azami yüzde 12 artırılması, ( o yıllarda enflasyon yüzde yüzlere yakındı)
*Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ’nin en az 6 şeker fabrikasının özelleştirilmesinin 2001 sonuna kadar tamamlanması amacıyla 20 Aralık 2000’e kadar Özelleştirme İdaresinin portföyüne transfer edilmesi, ( sadece iki gün içinde yapılması gerekiyordu)
*Geriye kalan şeker fabrikalarının 2002 sonuna kadar özelleştirilmesinin tamamlanması amacıyla 2001 yılı içinde Özelleştirme İdaresi Portföyüne devredilmesi,
*Şeker piyasasının reformunu sağlayacak olan Şeker Kanununun 15 Şubat 2001’e kadar parlamentoya sunulması ve 15 Mart 2001’e kadar onaylanması. ( O sırada, 15 günde 15 yasa dayatmaları ile getirilen Şeker Kurumunun görevine kısa süre önce son verildi)
IMF’nin bu dayatmalarından sonra 33 şeker fabrikasının 8’i özel sektör eline geçerken kamuya ait fabrikaların bir kısmı üretimi değişik nedenlerle durdurdu. Bu tesislerin arsaları emlak piyasasının gözde varlıkları haline dönüştü. NBŞ (Nişasta Bazlı Şeker) denilen mısıra dayalı şeker üretiminde izin verilen kota Avrupa ülkeleri arasındaki en yüksek seviyeye ulaştı. Bu arada pancar üretiminden geçimini sağlayan ailelerin kota dışı pancar üretimleri çöp haline geldi. Pancar üretiminden geçimini sağlayan 200 bin aile perişan oldu.
AKP iktidarı Kemal Derviş aracılığı ile getirilen acı reçete ve özelleştirme politikalarının sıkı izleyicisi oldu. Ülkemizin bütün üretim kalelerini yok etme sözü ile işbaşına gelmişti.
Son dönende dış ticaret açığı büyüyen ülkemiz yeniden milli kaynaklara dönme eğilimine girdi. Bu zorunluluk, kapanan bazı fabrikaların yeniden üretime geçmesi ihtiyacını doğurdu ve yakın zamanda Alpulu Şeker Fabrikası ardından da Susurluk Şeker Fabrikası büyük bir törenle yeniden üretime geçti. Ancak bu açılışların göstermelik olduğu, fabrikaları cazip kılmanın bir yolu olduğu anlaşıldı. Kurulduğu tarihlerde kent dışında olan bu fabrikaların arazileri hızlı kentleşme nedeniyle artık değerli kent arsalarına dönüştü. Bu tesisleri satın alacaklar şeker üretimi yapmak yerine bu arsalarda alışveriş merkezleri ve rezidanslar yaparak büyük vurgunlar yapacak, bu arada pancara dayalı şeker üretiminin yerini mısıra dayalı GDO’lu şeker üretimi alacak, yabancı şirketler daha büyük vurgunlar vururken pancar köylüsü yoksulluğa itilecek, pancar küspesi ile yapılan hayvan yetiştiriciliği de bir darbe daha yiyecek.
Bir başka sömürü yolu da sağlık sektöründe açılacak. GDO’lu mısır ile elde edilen şeker nedeniyle oluşacak hastalıkların tedavisi amacıyla yabancı ilaç şirketleri kazanacak… Şeker Fabrikalarımız, yokluklar ve güçlükler içindeki bir ülkede el yordamıyla yaratılan ilk sanayi tesislerimizdir. Bu tesisler üretimin kaleleridir ve asla teslim edilmemelidir..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.