Sadi, şeffaflıktan neden korkuyor?

Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Sadi Kurtulan karanlığı seviyor. Bu yüzden Belediye Meclisi’ni sık, sık karartıyor. Demek ki gizli, kapaklı işlerden hoşlanıyor. Şeffaflık denilince nedense eli ayağı dolaşıyor ve titremeye başlıyor.

Anlayacağınız, ne yapacağını şaşırıyor.

Neden acaba?

Şeyini şey yaptığımın şeyleri.

Oysa şey yapanın şeyleri ne zamansa ortaya çıkıyor.

Tarihin tozlu rafları, karanlıkların aydınlığa yenilgileriyle dolu.

Karanlık bir çağı kapatarak, aydınlığa güneş toplatırken, “Çılgın Türkler” değil miydi? sömürge ulusların önünü açan.

“Gezi” değil mi? AKP’yi darmadağın eden, ABD’yi allak bullak yapan, dünyaya şapka çıkartan.

Atatürk’ün “Kurtuluş Savaşı Destanı”, emperyalizme diz çöktüren ilkti, tekti ve kutsaldı. Bu nedenle tüm dünya ona saygı duydu.

Tarihin cilvesine bakın, dünya ikinci bir ilki yaşıyor.

Bu kez Atatürk’ün torunları sahnede.

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” dedikten sonra Atatürk, aramızdan ayrılmıştır. Yüzlerce yıl sonrasını görebilen Atatürk olağanüstü öngörüsüyle, “Beni sevmek demek, yüzümü görmek demek değildir” demiş ve Cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir: “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” sözleriyle sorumluluğu gençlere bırakmıştır. Atatürk, emanetin sonsuza değin yaşatılmasını ve “Yurtta barış, Dünyada barış”ı evrenin her yerine taşınmasını istemiştir.

Aradan doksan yıl geçmiştir.

Gel gör ki, vatanın tüm kaleleri cebren ve hile ile zaptedilmiştir.

Aydınlığın bekçileri bu kez “Gezi”de ortaya çıkmıştır.

Karartmaya “Son” demiştir.

ABD apışıp kalmıştır. BOP, top olmuştur.

Gezi”den “Gazdanadam Festivali”ne uzanan şanlı direniş, dünyayı bir kez daha ayağa kaldırmıştır.

Çapulcuların çığlıkları yeri göğü inletmiş, aydınlığı Brazilya’yı ısıtmıştır. Mısır’ı patlatmıştır.

Kadıköy’deki şenliğe destek vermek için gelen Brazilyalılar, “Türkiye, gözümüzü ve önümüzü açtı. Ayağa kalkmamızı sağladı” derken, dünya “Çılgın Türklere” bir kez daha şapka çıkarmıştır.

Çapulcular, özgürlük ve bağımsızlık türküleriyle meydanlarda demokrasi kazıyor.

Tomolar, biber gazı, tazyikli su yetmiyor. Polis copu, tekme, tokat, hızlandırılmış

 gözaltıları kimseyi etkilemiyor.

“Tayyip’in askerleriyiz” diye bağırarak gözdağı vermeye çalışan eli palalı fedailer de yetmeyecek.

Kutsal isyan başlamıştır, durdurun bakalım dünyayı durdurabilecek misiniz?  

Korku imparatorluğu çöktü. “Gezi” Anadolu’nun her tarafında yankılanan dev bir çığlık oldu. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sevdası dillerden düşmüyor.

“Gezi” meydanlarda, Türkiye’nin aydınlanmasını istiyor.

“Gezi,” Dünyaya örnek oluyor.  

Peki, bizim Sadi ne yapıyor? Herhalde akıl tutulması yaşıyor.

Ayakları bir türlü yere basmayan Sadi, belediye meclis oturumlarını gereksiz yere halka kapatıyor. Tam da, rant kokan tarla vasfındaki yerlerin imara açılması gündeme gelirken yapıyor bunu. Diyor ki, “Şu anda görüşeceğimiz konu biraz karışık. Üçüncü şahısların önünde konuşulması iyi olmaz,” dedikten sonra, “Konukların çıkarılmasını isteyenler, istemeyenler” diye oylama yaptırıyor ve biatçıların oylarıyla gazetecilerin dışarı atılmasını sağlıyor.

Gel de şaşırma.

Gel de karartılan meclis salonunda neler dönüyor diye işkillenme.

Hani Sadi demokrattı. Hani şeffaflıktan korkmuyordu.

Anlaşılan Sadi’nin kararttığı belediye de aydınlanmak istiyor.

Sadi pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım. 

NOT: Yukarıda okuduğunuz, “Sadi şeffaflıktan neden korkuyor” başlıklı yazı 16/Temmuz/2013 tarihinde yayınlandı. Aradan 4 yılı aşkın zaman geçtikten sonra aynı yazıyı bir kez daha okuyucularla paylaşmak durumunda kaldım. Neden mi? Hemen söyleyeyim: Sadi, karanlığı seviyor ya, söz konusu tarihlerde, birinci sınıf tarım alanlarının imara açılması ve kaçak yapılan düğün salonları ile ilgili mecliste meşrulaştırma zemini aranıyordu. Konu gündeme gelince Sadi, kaygı ve korku içinde paniklemeye başladı. Ne yapacağını kestiremeyince antidemokratik bir uygulamayla gazetecilerin salondan dışarıya atılmasını istedi. Bu yazı da o günlerde bu nedenle kaleme alındı.

Üzerimizde psikolojik baskı oluşturmaya çalışan Sadi durur mu? Söz konusu yazıda kendisinin kişilik haklarına saldırıldığını ve hakaret edildiğini ileri sürdü. Soluğu, 10 bin TL. tazminat istemi ile Mustafakemalpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi’nde aldı. İlginçtir, tekzip etmedi. Ceza mahkemesini de atladı. Doğrudan Hukuk Mahkemesi’nde tazminat davası açtı. Ceza vermek için adeta bekleyen Mahkeme ise hukuk dışı bir karar çıkardı. Hangi akla hizmet ettiyse, yanlış bir tutum sergiledi. Sadi’yi kısmen haklı buldu ve olmayan hakareti, varmış gibi gösterdi. “Sadi pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım” tümcesinde kişilik haklarına saldırı olduğunu ileri sürerek, komik bir kararla 2 bin TL. ceza verdi.

Fazla uzatmayalım; Temyiz hakkımı kullanarak Yargıtay’a başvurdum. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 31/03/2016 tarihli kararı ile yerel mahkemenin yanlış kararını bozarken, “Yazıda kullanılan sözler, kişilik haklarına saldırı niteliğinde kabul edilemez. Tazminat isteminin tümden reddedilmesi gerekir. Yerinde olmayan gerekçeyle kısmen kabulüne karar verilmiş olması, usül ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle yerel mahkeme isteğinin, davalı İbrahim Bursalı lehine bozulmasına karar verilmiştir.” dedi.

Yargıtay’ın son noktayı koyduğu karara uymak durumunda kalan Mustafakemalpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi 03/10/2017 tarihinde şimdi bakın ne dedi: “Davacı, (Sadi Kurtulan) belediye başkanlığı görevinde taşımış olduğu siyasi kimliği gereği yönetiminden sorumlu olduğu şehrin halkına hesap vermek durumundadır. Eleştirilmek ve haber olmak gibi külfetlere katlanmak zorundadır. Basın özgürlüğü ile kişilik değerleri karşı karşıya geldiğinde, hukukun bu iki değerden birisini koruması gerekecek ve değerler arasında üstün yarara göre belirleme yapacaktır. Bu durumdaki ölçüt ise kamu yararı olacaktır. Dava konusu olayda, davalının yazmış olduğu köşe yazısı ile toplumun haber alma hakkı kullanılarak basın özgürlüğü sınırları içinde eleştiri yapılmıştır.

Davacının kişilik hakkına göre, basın özgürlüğünün daha üstün yarara sahip olduğu anlaşıldığından davanın reddine karar verilmiştir.”

Sadi, n’olcak şimdi?

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.