Özerklik…

Özerklik kavramı son yıllarda çok sık ve tehlikeli şekilde konuşulur oldu.
Bir kuruluşun ya da bir topluluğun merkezi otoriteden ayrı olarak kendi kurallarını koyması, yönetsel olarak bağımsız olması özerkliğin kısa tanımını oluşturabilir.
Türkiye özerklik kavramı ile yaklaşık 50 yıl önce tanıştı. Önceleri TRT (Türkiye Radyo Televizyon) kurumunun özerkliği gündeme geldi. Yayınların siyasi iktidarın baskısından kurtulup halkın özgür ve bağımsız haber alabilmesi için büyük kavgalar verildi.
Yaklaşık aynı yıllarda üniversite özerkliği de konuşulur oldu. 27 Mayıs 1960 devrimine yaklaşılırken DP iktidarının polisinin İstanbul Üniversitesini basarak Rektör Prof. Sıdık Sami Onar’ı yerlerde sürükleyebilmesi üniversite özerkliğinin ne kadar önemli olduğunu dayattı.
1961 anayasası hem TRT hem de üniversiteler için özerklik kavramını getirse de sonra gelen siyasi iktidarlar da, bu kurumları yöneten bazı yöneticiler de bu kavramı yeterince özümseyip kabullenemedi. 1968 yılında başlayan devrimci gençlik hareketi özerkliğin bir kez daha tartışılmasını gerektirdi. Polisin İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) öğrenci yurdunu basıp Vedat Demircioğlu’nu öldürmesi sonrası İTÜ’nün unutulmaz rektörü Bedri Karafakioğlu’nun istifasını getirdi. Karafakioğlu bu onurlu davranışının bedelini 10 yıl sonra canı ile ödedi.
12 Mart faşist darbesi hem TRT’nin hem de üniversitelerin özerkliğini yeniden ayaklar altına aldı. Üniversitelerin idari özerkliği gitti. Sözde bilimsel özerklik kalsa da o yıllarda üniversitelerde bilimsel özerklik eser miktarda bulundu.
12 Eylül dönemi ise özerkliği tamamen yok etti. 1402’likler adı altında sıkıyönetim yasası ile öğretim üyeleri üniversitelerden atıldığı gibi bir de yıllar süren yargılamalarla karşılaştılar. YÖK adı verilen ucube bir kurum idari, mali ve bilimsel özerkliği yok ettiği gibi özgürlükleri de sona erdirdi.
Bilim üretiminde özerkliği hazmedemeyen Türkiye son zamanlarda tehlikeli bir şekilde özerklik konuşuyor. Ülkeyi dış destekle etnik kökene göre bölmek isteyenler özerklik ilanından söz ediyor. Bin yıldır bu topraklarda harman olmuş insan topluluklarını birbirine düşman haline getirip ülkeyi paramparça edecek girişimler büyük bir sorumsuzluk ile sürüyor.
Türkiye büyük bir alt üst oluş içine sürüklenmişken hemen her konuda özgürce konuşup bilimsel yaklaşımlarda bulunması gereken üniversiteler ise derin bir sessizliğe bürünmüş durumda. Düşünce ve çözüm üretmesi gereken bu özerk kuruluşlarımız siyasi iktidarın ağır baskısı altında. Hapse giren öğretim üyeleri arasında YÖK Başkanı da var, rektörler de, dekanlar da. Bu günlerde Prof Renan Pekünlü yasaları uyguladığı için hapse girmeye hazırlanıyor.
Ülkede hukuk ayaklar altına alınırken hukuk fakülteleri susuyor. Ekonomi çökerken iktisat fakülteleri susuyor. Üfürükçülük tedavi yöntemi olurken tıp fakülteleri susuyor. Kanalların, havaalanlarının, köprülerin, stadyumların yerlerini dikta heveslisi belirlerken üniversitelerin şehir planlama bölümleri susuyor. Maden ocaklarında yüzlerce işçimiz katledilirken maden fakülteleri susuyor. Enerji tesislerimiz satılırken, enerji kaynaklarımız dışa bağımlı hale gelirken elektrik fakültelerimiz susuyor. Denizyolları yok edilirken denizcilik fakülteleri susuyor. Ormanlarımız katledilirken orman fakültelerimiz, yurtdışından saman getirilirken ziraat fakültelerimiz kasaplık hayvan getirilirken veteriner fakültelerimiz susuyor.
Üniversitelerimiz toptan suskun. Korkudan mezuniyet törenleri yapılamıyor. Yapılırsa okul birinciliği alan öğrencinin konuşması önceden gözden geçiriliyor. Binlerce öğrenci yerlerde sürünüp işkence gördükten sonra değişik mahkemelerde yargılanırken üniversiteler yine suskun Siyasi iktidar karşısında esas duruşa geçmişler. Terzihaneler fahri doktora ya da profesörlük unvanı verilen siyasiler için cübbe yetiştiremiyor.
Eskiden üniversiteler kuruldukları şehirlere ışık götürürlerdi. Şimdi gittikleri yerlerdeki ışığı karartıyor.
Bütün bunları yönetme iddiasındaki YÖK, yıllardır iktidarın emir komutasında uygun adım yürüyor. En küçük bir ayak sürçmesi halinde başındaki emir kulu değiştiriliyor.
Bugünlerde YÖK Başkanı yine değişti. Bir cemaatçi gitti, başka cemaatin adamı geldi. Görevden alınma yasal olmadığı halde kimseden itiraz yok. İyi ki de yok, çünkü ölü bir kurum söz konusu. YÖK’ün başına getirilen kişi ailece muhterisin emrinde olan biri, “Alo Fatih”in kardeşi. Adının önemi yok…
Bu ortamda birileri çıkıp siyasi özerklik tartışması açıyor.
Evet özerkliği tartışalım. 50 yıldır uygulanamayan üniversite özerkliğini tartışalım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.