Oscar istemez, asılın küreklere

Uzun zaman oldu görüşmeyeli.
Nasılsınız?
İyi misiniz?

Beni soracak olursanız, değilim.
Sıkıldım, bunaldım, yoruldum. Bakmayın, gülüyoruz falan da…
Okuduğum, dinlediğim, izlediğim, gördüğüm, bildiğim, bilmediğim her şey anlamını yitirdi.
Bir bilinmezlik, bir boşluk içerisindeyim sanki.
Yerçekimsiz bir odada savrulur gibi dönüp duruyorum havada.
O kadar çok şey konuşuluyor ki etrafta, o kadar çok ağız açılıp kapanıyor ki odada ve ben öyle sağırım ki, hiçbirisini duymuyorum artık.
Gözlerinin kısılmasından, çenelerinin kasılmasından, boyun damarlarının kabarmasından, ağızlarından akan salyalardan, birbirlerine müstehzi edalarla bıyık altından fırlattıkları sırıtmalardan anlıyorum ne konuştuklarını. Kin ve nefret bürümüş gözlerini. Tüm bedenlerinden öfke fışkırıyor. Sanki bir adım ötesi, katliam…
Tiksiniyorum.
Gözlerimi kapatıyorum.
Belki duymazsam, görmezsem… Kim bilir belki…
Susarlar mı, bilmem…
Kim olduklarını hatırlarlar mı, bilmem…
Kavgadan yorulup vazgeçerler mi ya da birbirlerini yok mu ederler bilmem…
Gözlerimi sıkı sıkı kapatmaya biraz daha dayanabilirsem, açtığımda hepsi sona ermiş olur belki…
Lakin bakmadan da görebilirken, duymadan da işitebilirken, konuşmadan da anlatabilirken nasıl olacak bu saklanış…

Üç maymunu oynamak değil arzum.
Bakın etrafınıza bir; bakan ama görmeyen açık gözlerle dolu her yan.
Duyan ama anlamayan açık kulaklarla dolu.
Hele de konuşan ama ne söylediğini bilmeyen diller var ya…

İşte onların gördüğü, duyduğu, konuştuğu dünyada varsın benim gözlerim kör, kulaklarım sağır, dillerim lâl olsun…
****
Gözlerimizin önünde en canlısından bir film çevrildiğini siz de görüyorsunuz değil mi?
Film platosu tüm memleket sathı.
Senaryo yazılmış, roller dağıtılmış, çekimler sahne sahne son sürat yapılmakta.
Sesçisi, ışıkçısı, makyözü, kostümcüsü, aktörü, figüranı…
Kayıttı, montajdı derken bir bakmışsınız gösterimdeyiz.
Oscar’a mı aday oluruz artık, Cannes’da mı yarışırız bilmem.
Kırmızı halıda kimler yürür, kimler kameralara poz verir onu hiç bilmem…
****
Bu yazının başı yok, sonu yok, mesaj kaygısı taşıyan bir içeriği yok, bir öğretisi yok.
Biraz da ensesi kararık bir yazı. Kusura bakmayınız.

Bir fıkrayla neşelenmeye ne dersiniz?

Titanic buzdağına çarpınca kaptan yolcuları güverteye toplar ve şöyle der: 
“Size bir iyi bir de kötü haberim var, önce hangisini söyleyeyim?
“Kötüyü” der yolcular.
“Batacağız” der kaptan.
“Ya iyi haber neydi?” der yolcular.
“14 dalda Oscar’a aday olacağız!”
****
Ya ben ne diyorum?
“Oscar istemez, asılın küreklere!”

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.