Öküz başını salladı

Bir sel felaketi oldu,
Ardından bir de deprem oldu,
Art arda gelen iki felaket sonrası bir kısım akılda frenler boşaldı.

İstanbul’a gök yarılmış gibi yağan yağmurun ve dolayısıyla selin oluşmasının sebepleri insan elinden çıkmaydı.
Bodrum’daki depremı ise (türlü çeşit komplo teorileri olsa da) bir çeşit doğa olayı idi. Oluşan kırılma ile yer yerinden oynamış, haliyle üzerindekileri de oynatmıştı.

Zahmet edip Google Earth’den bakacak olursanız o coğrafyanın zaten depremlerle şekillenen canlı bir coğrafya olduğunu görürsünüz.
Ben ekrandaki o görüntüye her baktığımda Akdeniz’deki ve Ege’deki suların bir saatliğine çekildiğini hayal ederim mesela.
Türkiye’nin batı sahillerinden Yunanistan’ın doğu sahillerine kadar olan kısmın aslında bir yayla olduğu çıkıverir ortaya o zaman.
Antalya’dan Girit’e ve oradan da Yunanistan’ın en güneyine giden hat da yaylanın bitip, derin uçurumların başladığı yer olarak görünür.
Yarlardan aşağıya inince oluşan düzlükler de ova misali Kuzey Afrika açıklarına kadar uzanır.
Siz de benimle birlikte bu görüntüyü hayal ettiyseniz Akdeniz’e ve Ege’ye suları tekrar geri dolduralım.

Suları doldurunca bazı yükseltiler su yüzünde kaldı değil mi? Hah işte onlar da tatil için gitmeye can attığımız Yunan Adaları oluyor.
Pek çoğu volkanik olan bu adalar da zamanında bir ateş halinde yeryüzünün derinliklerinden gelerek yükselmişler yeryüzüne. (Sular yokken onların hepsi birer dağ ya da irili ufaklı tepeler idi hatırlayın.)

Şimdi bu coğrafya bu kadar hareketliyken ve dünya da hâlâ canlıyken, kim bilir kaç bin yıllardır yaşanan bu doğa olayını kutsala bağlamak neyin nesi anlamış değiliz.

Musa değneğiyle dokundu da Nil ortadan ikiye mi ayrıldı?
Hz. Muhammed yedi kat göğe mi yükseldi?
Baba olmaksızın bir çocuk daha mı doğdu?
Ne oldu?
Yer sarsıldı, deprem oldu.
Ya da belki öküz başını salladı…

Depremin ardından deprem uzmanları çıkıp konuşur ya, şimdi onlara bir de ‘OH OLSUN’cular eklendi. (Ama ne bu şiddet, bu celâl?)

Yorumlara bakarsak Bodrum ahalisi için bir uyarıydı bu.
“Uslu durun yoksa bak HIIIII!!!” demekti.
Ah bir de yıkım olup yüzlerce, binlerce insan ölseydi ne kadar mutlu olacaklardı ah…

Neyse ki deprem yönetmeliğine uyularak yapılmış binalar ve sağlam zemin can kaybı yaşanmasını önledi. Ki deprem de öyle böyle değildi. Neredeyse 7’ye varan bir şiddetteydi.

Eğlencenin dozunu kaçırıp da tozutan birkaç kişinin vebalini tüm şehre mâl edip, ne turizmi, ne bütün yıl bu tatili bekleyen emekçiyi ve aynı zamanda bütün yıl bu dönemi bekleyen esnafı düşünmeden şak diye verdiler kararlarını.
“Bodrum bunu hak etmişti canım, iyi oldu!”
(Japonlar için ne düşünüyorlar merak ettim. Onlar paso sallanıyorlar malum. Sallanıyorlar ama nasıl oluyorsa yıkılmıyorlar. Bunu da düşünüversin “Oh olsuncu” takımı bir ara lütfen.)

Savaşları çıkartanlar, savaşlarda en vahşi işkenceleri yapanlar, toplumları onulmaz acılara boğanlar, kendinden aciz durumda olan her canlıya musallat olarak insanları genç yaşlı, çocuk çocuk demeden kıyım kıyım kıyanlar, haksızlıklar, adaletsizlikler, hırsızlıklar, tacizler ve tecavüzlerle dolu bir dünya yaratanlar hâlk edilmeyi hak etmedi, Bodrum’un üç beş tane sarhoşu mu etti?
Bu da deprem ile oldu.
Öyle mi?
“Midyat, Seyfo, gülün!” diyesi geliyor insanın ama durum hiç de gülünecek gibi değil.

Peki ya İstanbul o felaketi hak etmiş miydi?
Evet, İstanbul o felaketi hak etmişti.
İklim bozan delirmiş yapılaşması ile, alt yapısının yetersizliği ile, tedbirsizliği ve plansızlığı ile, çığrından çıkmış nüfusu ile sonuna kadar hak etmişti hem de…
****
Toplumlar ilimden uzaklaştıkça yaptıkları işler de öyle sakat oluyor ki, felaketler koşa koşa geliyor başlarına.
İlmin peşinden gitmek yerine kendini hurafelerin kucağına atınca, her işi işinin uzmanı bilim insanları yerine, konudan bihaber “mübarek” insanlara bırakınca felaketlerin koşa koşa gelmeleri de kaçınılmaz oluyor.

Bilimi, ilimi, felsefeyi, sosyolojiyi, yaradılışı, doğayı, dünyayı, en çok da kendini anlamış insanların yarattığı cennette yaşamak yerine, bilimden, ahlâktan, sevgiden, insanlıktan, sevdadan bihaber insanların yarattığı cehennemde yaşıyoruz böylece.

“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendin bilmezsin, 
Bu nice okumaktır.” 
dörtlüğü ile başlar Yunus Emre bir şiirine,

“Yunus Emre der hoca,
Gerekse bin var hacca,
Hepisinden iyice, 
Bir gönüle girmektir.” 
dörtlüğü ile nihayetlendirir şiirini.

İlmini de, dinini de, gönlünü de, insanlığın ile birleştir.
Sen sen ol dört ayağın birini eksik koma.
Yoksa devriliverirsin boylu boyunca…

Kapak fotoğrafı NTV‘den alıntıdır.

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.