Modernizmin Yalnızlığı

İnsanlık tarihinin hiçbir devrinde, hiçbir döneminde, insanlar arasındaki ilişki zamanımızdaki kadar kopuk olmamıştır. İnsanların birbirlerine bu denli müstağni olduğu (Birbirini alaya alarak, hafife alarak sorguladığı) bir başka dönem yaşanmamıştır. Bu dehşet bir paradokstur.(Dış alemdeki ahlaki olmayan davranışların iç aleme yansıması, iç alemdeki ahlaki olmayan davranışların dış aleme yansıması ve bunların toplumda değer yargısı olması)
İletişim teknolojisinin göz alıcı bir seviyeye geldiği, mesafe ve uzaklık mefhumunun kaybolduğu, insanların yazılı, sesli, görüntülü iletişim araçları ile birbirlerine anında ulaşabildiği, mekanları birbirinden ne kadar uzak olursa olsun insanların buluşmalarının sadece saatler üzerinden hesaplandığı bir dünyada yaşamamıza rağmen, insanlar hiç bu kadar yalnızlaşmamış, insanlar hiç bu kadar yalnızlaştırılmamıştı.
Bu bir “mahşeri yalnızlık”tır. Modern ve çağdaş insan, bu yalnızlığını unutmak ya da gizlemek için ya teknolojinin büyülü araçlarına, ya da içki, kumar veya uyuşturucu bataklığına saplanmıştır. Bütün bunlar, insandan boşalan yeri doldurabiliyorlar mı? Ne mümkün! “İnsanın, insana olan dostluğunun yerini ne tutabilir ki?”
Şu halde insan bir illüzyona kurban edilmiş ve edilmektedir. Gönüller arasında eskiden var olan yollar, kullanılmaya kullanılmaya unutulmuş, yeni yollar açılmamış, hatta modern çağ gönüller arasına modern Berlin duvarları ve Çin setleri inşa etmiştir.
Bu engeller kimi zaman maddi, kimi zaman manevidir. Kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel, kimi zaman da duygusaldır. Kimi zaman resmi, kimi zaman gayri resmidir. Kimi zaman bireysel, kimi zaman toplumsal, kimi zaman da kurumsaldır. Kısacası insanın insanla arasındaki engelin aslı yine insanın kendisidir.
Her ne olursa olsun, insanın mutluluğunun, sevdasının, özleminin önünde durmaya kimsenin hakkı yoktur.Hakikattaki kul hakkı da budur. İnsanın mutluluğuna giden yolu tıkamanın hiçbir geçerli mazereti olamaz. Mutluluğa bedel olarak elde edilen hiçbir getiri, insan ve insanlık için sahici bir kazanç değil, gerçek bir kayıptır. Ebedi saadeti vererek aldığınız hiçbir şeyden karlı çıkamazsınız.
İçerisinde yaşadığımız toplum, yıllardan beri kendisine dayatılan modernleşme ve batılılaşma projesinin kurbanıdır. Türk Milleti, kendisinde var olan “Medeni, ahlaki ve kültürel” değerlerinden uzaklaşmış, uyuşturucu ve fuhuş gibi ahlaki deformasyonun, aıds gibi hastalıkların, kimi zaman sonu intihara varan nevroz, melankoli, şizofreni ve depresyon gibi ruhsal bozuklukların kucağına itilmiştir. Medeni, ahlaki ve kültürel değerlerinden yoksun kalan insan, modernizmin dünyasında soluyamadığı manevi bir atmosfer aramakta ve kutsala olan özlemleri onu yeni arayışlara itmektedir.
O halde yapılacak olan; günden güne büyüyen bu etik değer ve maneviyat arayışını doğru adreslere yönlendirmek, modern insanın diline uygun yeni bir din dili geliştirmek gerekmektedir. İnsanlığın eskimez değerleri eski bir dille, yeni çağa ve o çağın insanına anlatılamaz. Bu nedenle zamanın ve mekanın değişmesine hep açık olan din dilini(dinin davet üslûbunu) dinin sabiteleri arasında saymak vahim bir taktik hatadır.
Gönülden gönüle fetih hareketi yapacak, gönülleri feth edecek insanlar, insana “Allah’ın indirdiği bir kitap” olarak bakmalıdır. O’nu bu gözle okuyanlar bu işi layıkıyla becerebilirler. O zaman insanlık, tabiatın, insanın ve insani değerlerin ne olduğunu keşfedecektir. Mutluluğun, medeniyetin, yani “İslam”ın ne demek olduğunu anlayacaklardır…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.