Minare

İsviçre’de yapılan bir halk oylaması ile camilere minare
inşa edilmesi yasaklandı. Yasak, İsviçre anayasası münderecatına resmen alındı.
Bundan böyle, İsviçre’de minare yapımı mümkün olmayacak. İşin kötüsü,
İsviçre’deki bu anayasal oylama; Avrupa’nın diğer ülkelerindeki sağ ve tutucu
çevrelerce destekleniyor ve örnek gösterilerek uygulanmak isteniyor.

            Anayasal
oylamanın neticelenmesinin hemen ardından, Türk kamuoyunda eleştiriler başladı.
Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan ve yeksenak konuşmasıyla ünlü Başbakan
yardımcısı Bülent Arınç görüşlerini açıkladılar. Dördünün de görüşü, teksir
makinesinden çıkmış gibi. Karara son derece karşılar. İnsan haklarını içeren
konuların, referanduma götürülmesinin son derece yanlış olduğunu savunuyorlar.

            AB
Başmüzakerecisi Egemen Bağış ise eleştirilerini ekonomik zemine oturtmanın
peşinde. Bağış diyor ki, “İslam ülkeleri, İsviçre’deki paralarını çeksinler ve
Türkiye’ye getirsinler. Böylece İsviçre’yi cezalandırmış olurlar.” Bu söylem,
hem ekonomik ve hem de politik. Bir taşla iki kuş vurmayı amaçlıyor.

            Bakıyorum,
Türkiye eleştirmede başı çekiyor. Diğer İslam ülkelerinden dişe dokunur bir ses
seda duyulmuyor. Sanırsınız ki, İslam dininin hamisi Türkiye. Suudi Arabistan
nerede? Kutsal toprakların sahibi onlar değil mi? İslam dininin nemalarından en
fazla onlar faydalanmıyor mu? Hac mevsimi nedeniyle, dünyanın dört bir
tarafından gelen hacılardan yüklü tahsilatları daha henüz yapmadılar mı?

            Bilmiyorum
yanlış mı düşünüyorum? Ülkemiz yöneticileri, din kaynaklı olgularda ön plana
çıkışlarının nedeni nedir?

            Gazze
olaylarını Davos’a taşıma ve dostluk ilişkileri kurulmak istenen İsrail’in
Devlet Başkanı Perez’e tam cepheden taarruz etmenin mantalitesi nedir? Arap
ülkeleri sus pus dururken, biz ön plana çıkıyoruz. Ama ne yazık ki, Arap
Birliği’nden gelen tepki çok şaşırtıcı. “Arap ülkelerinin meselelerine bir
başkasının el atmasına son derece karşıyız.”

            Tut kelin
perçemini.

            Diğer
yanda, Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir. Ülkesinde üçyüzbin kişiyi katleden
bir kişi. Uluslar arası mahkemenin hakkında yakalama emri mevcut. Gel gör ki,
Başbakan görmezden geliyor. “Müslüman bir insan katliam yapmaz” diyor. Eh o
zaman Ömer El Beşir Müslüman değil. Ömer El Beşir Müslüman ise, Başbakan’ın
söylemi doğru değil.

            Ülkemizi
yönetenler, dışarıdaki olaylara o kadar abartılı sahip çıkıyorlar ki,
sanırsınız dünyada başka Müslüman yok.

            Şimdi
gelelim önemli bir konuya. Ülkemizde yaşayan nüfusun önemli bir kısmı
Alevi’dir. Rakamlar muhtelif olmakla birlikte, yirmi milyon civarında olduğu
genel kabuldür. Yüzyıllardan bu yana dışlanmışlık yaşıyorlar. Fiziki zulüm
gördüler. Manevi zulüm gördüler ve halen görmekteler.  

            Aleviler,
ülke ekonomisine üretimleri ile katkıda bulunuyorlar, vergileri ile devlet
bütçesine katkıda bulunuyorlar, erkek çocuklarını askere göndererek ülke
savunmasına katkıda bulunuyorlar.

            Amma,
inançlarını yaşarken, devletten herhangi bir katkı alamıyorlar.
İbadethanelerini kendi imkânları ile inşa ediyorlar. Diyanet işleri
teşkilatında temsil edilmiyorlar, maddi imkânlarından faydalanamıyorlar. Sözün
kısası, dini ritüellerini yorumlamaları ve yaşamaları kabul görmüyor, devamlı
dışlanıyor.

            Kendi
dindaşlarına-yorum farkından dolayı-tahammülleri olmayan kişilerin; dış
ülkelerdeki dini uygulamalar konusunda fikir serdetmeleri biraz samimiyetten
uzak olmuyor mu?

            Din,
insanla Tanrı arasında yaşanan bir olgudur. Araya bir başkasının girmesi mümkün
değildir. İbadetini ister evinde yapar, ister ibadethanede yapar. Tamamen
hürdür. Fakat başkalarını da, asla rahatsız edemez.

            Şunu
unutmayalım. Din, gösterişe ve gösteriye cevaz veremez. Dinde esas olan
tevazudur. Mütevazi kişinin kimseye zararı dokunmaz. Nezaket ise, çağdaşlığın
gereğidir.

            İç politik
kaygılarla, dış politikanın yönlendirilmesi, ülkemize büyük yaralar açar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.