MİLLİ EĞİTİM, DİYANETE KURBAN EDİLİYOR!

Dünyanın tüm çiçeklerini getirin bana diyorsa, onları kaya diplerinde açan çiğdemlere benzetiyorsa, dil, din, renk ayırımı yapmadan kucaklıyorsa öğrencilerini, aklımıza gerçek öğretmenleri getirebiliriz.
Atatürk’ün, “Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenler, gelecek kuşaklar sizin eseriniz olacaktır” sözlerindeki doğruluğu kolayca anlayabiliriz.
Atatürk’ün öğretmenleri çok önemsediğini ve onlara çok değer verdiğini bilmeyenimiz yoktur. Bunu, Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra yüzlerce yıl ötesini yakalayan öngörüsü ile söylediği, ”Ordularımızın kazandığı zafer, eğitimcilerimizin yolunu açtı. Gerçek zaferi öğretmenlerimiz kazanacaktır” sözleriyle ortaya koyarken, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini öğretmenlerin şekillendireceğini açıkça duyurmuştur.
Atatürk’ün 93 yıl önce söylediklerini ne yazık ki, batılı ülkeler uygulamaya geçirerek güvenli bir yaşam ortamı yakaladı.
Kalkınmış batılı ülkelerin tümünde öğretmenler, ekonomik ve demokratik haklarını almış, toplumun en saygın insanları olarak mutlu bir şekilde görev yapmaktadır.
Ya bizde? Hak getire. Hatta tam tersini düşünebilirsiniz. Can güvenliğinden devletimizin sorumlu olduğu 75 öğretmenimizi daha dün depremde yitirdik. 1984 ile 2019 yılları arasında 200’ü aşkın öğretmenimizi teröre kurban verdik. 900 bin öğretmenimiz atama bekliyor. Beklentilerini dillendirmek istediği için meydanlarda ya biber gazı ile susturuluyor, ya da coplanıyor.
Milli Eğitim Bakanları ise “Ne yapalım yani, onlar da başka iş bulup çalışsın” diyor.
Bütçeden ayrılan paya bakıldığında, Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan ödeneğin çok daha fazla olduğu görülüyor.
Eğitime ve eğitimciye hiç önem verilmediği ortada. Eğitim, bilim, araştırma, teknoloji ve kalite için gereken ödenek neden ayrılmıyor?
Düşük ücretler nedeniyle ek işler yapma zorunluluğunda bırakılan öğretmen saygınlığını yitiriyor. Yozlaşma oluyor, verim sürekli azalıyor. İstemeye istemeye de olsa eğitim ticarete dönüşüyor. Kalite bir türlü yakalanamıyor.
Ayakta kalmaya çalışan öğretmenler, Öretmenler Günü’nde hediye bekler duruma gelmiştir.
Ödenek sıkıntısı çeken okul yöneticileri, zorunlu giderleri karşılayabilmek için görevinin büyük bölümünü dilenciliğe ayırıyor. Gereksiz yazışmalar nedeniyle bilgisayara tutsak durumda kalıyor. Yöneticiler, eğitimde verimi arttırabilecek ve kaliteyi biraz olsun yakalayabilecek çalışma ortamı bulamıyor.
Öğretmen, az verip, bol not dağıtan değil, iyi öğreten ve örnek gösterilen olmalıdır.
Kendi öğrencisinden, para alarak kurs veren öğretmenin inandırıcılığı olur mu? O öğretmende saygınlık kalır mı?
Ne yazık ki, gelinen noktada, öğretmenin öğrenci üzerinden nasıl rant kapısı yarattığının ilginç görüntüleriyle sıkça karşılaşıyoruz.
Gerçekler acı, ancak görünen köy kılavuz istemiyor.
Kaliteli öğretmen yetiştirilmediği için kaliteli eğitim de sağlanamıyor.
Özlük hakları verilmeyen, emeğinin karşılığını alamadığı için ev kirasını ödemekte zorlanan öğretmenden aslında başarı beklemek pek de doğru olmasa gerek.
Kaliteli öğretmenden yoksun toplumların geleceği kuşkusuz çok karanlıktır. Hatta başka ulusların kölesi olmaya mahkûmdur. Kaldı ki, düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan ancak gelişmiş ülkeleri taklit etmeye çalışan toplumlar asla kalkınamaz.
Öyleyse, öğretmenlere öncelikle ekonomik bağımsızlık kazandırılmalıdır, zaman yitirilmeden demokratik hakları verilmelidir.
Kadrolaşma adına yapılan adaletsiz atamalarla eğitimin daha da kalitesizleştirilmesinden ivedilikle vazgeçilmelidir. İktidar siyasetçileri bunları düşünmeli ve bol bol nutuk atma yerine çözüm üretmelidir. Kalıcı çözüm üretmeli ki, kaya diplerinde güçlükle soluklanan çiğdemler açsın, dağ ve kır çiçekleri güneş görsün.
Öğretmenler, hiç olmazsa sözde “Öğretmenler Günü”nde mutlu olsun!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.