Kaset Sardı!

Ah Ceyar ah! Bütün bu işleri sen açtın başımıza. Nerde var çetrefilli iş hep senden öğrendik. Kuyu kazmayı, tuzak kurmayı hep sen öğrettin bize.
Mizansen oluşturularak yapılan kamera şakalarını oldum olası sevmedim. İnsanları faka bastırmak, küçük düşürmek, alay etmek ve onların bu durumlarından eğlence çıkartmak hep “ayıp” geldi.
Tuvaletlere ve mağazalardaki soyunma kabinlerine yerleştirilmiş kameralardan elde edilen çekimler ona kezâ…
Uyuşturucuyla ya da alkolle kendisine mukayyet olamayacak hale getirilmiş insanları en müstehcen hallerini kayda alıp, bu kayıtlarla onlara şantaj yapmak da bu ‘şaka’ların birkaç adım ötesi.
Hepsi de özel hayata büyük bir saldırıyı kapsıyor.
Bu tarz kayıtlar için siz de, ‘Ne özeli, kendi eşiyle değil ki!’ diyorsanız, o başka…
Bence;
“Özel”den kasıt kimin “ne” yaptığıdır. “Kiminle” ne yaptığı değil. Önce bunu iyi bir ayırt etmek lâzım. Eğer ki insanoğlunun aklı sürekli kimin “ne” yaptığına takılı olarak yaşarsa çevresindeki insanların yüzlerine bakamaz hale gelir. Alt kat komşusu, mahalle bakkalı, dolmuş şoförü, anne-babası, kardeşleri, çocukları, arkadaşları, öğretmenleri, en fakirinden-en zenginine, en okumuşundan-en cahiline kadar herkes- Bu insanların hiçbirisini o “özel” durumda düşünmeyiz değil mi? Böyle bir şeyi aklımıza dahi getirmeyiz.
Etrafta koşturup oynayan o sevimli çocukların tarlalarda yetişmediklerini çok iyi biliriz. Biliriz de özel hayata olan saygımızdan dolayı teferruatını öğrenmeye kalkışmayız. Ve başkalarına anlatmayız da.
Malûm kaset olayını hepimiz duyduk. Hani şu kurgulanan tezgâha düşen hem uçkuruna düşkün, hem de tedbirsiz vekillerin başına gelenleri. Bir yandan makamlarının ve sorumluluklarının farkında olmayan insanların yaptıkları bu basit ama vahim hatalar ve kadınlara olan bakış açıları, kendilerinin o makamları ne kadar hak ettiklerini de sorgulatmıyor değil insana.
Benim esas merak ettiğimse bu tuzak ne kadar zamandır hazırlanıyordu? Bu büyük prodüksiyonda canla başla kimler çalışıyordu?
Kameraların yerleştirilmesi, başrol oyuncuları olan kadınların ayarlanması, randevulaşmalar, buluşmalar, ses, ışık, çekim, montaj… Epey organize bir çalışma ve zamanı gelince minik bir hareketle düğmeye basma. En ince ayrıntısına kadar kurgulanmış bu filmi gösterime sunma. Gururla yapılan bir gala.
Ve sonuç: Şok şok şok!!
Filmin iştahla izleniminin ardından bütün insanlar sanki kendileri birer aziz, birer azizeymişlercesine bu konunun içine balıklama dalıp ahkâm kesmeye başlıyorlar. Alın size yine yeni bir karmaşa, yine yeni bir patırdı, yine yeni bir toz bulutu. Kısacası halkı boş işlerle iştigal ettirme becerisi.
Daha başka kimlerin filmleri gösterim için sırada bekliyor, orası da ayrı konu. Zamanı geldikçe hepsini gösterime sürerler nasılsa.
Yapılan yanlışı sergileme ve herkese duyurma çabasını gördükçe, her şeyi bu kadar ortalara serme meraklılarının Mevlana’nın şu sözlerini hiç mi duymadıklarını düşünüyor insan:
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörüde deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
Aslında bu tuzağa düşen kurbanın durumu da içler acısı.
Genç bir kızla kaçamak yapma fikri o kadar cazip gelmiş olmalı ki, genç bir kızın yaşıtlarıyla olmak yerine niçin yaşını başını almış bir adama durduk yerde ilgi göstermeye başladığını sorgulamamış bile. Belki de ‘Parasıyla değil mi arkadaş!’ diye düşünmüştür.
‘Kurnazlar olmasa dolandırıcılar aç kalır’ diye boşuna dememişler. Karşısına çıkan her fırsatı değerlendirmekte bir çekince görmeyen, yaptıklarının varacağı yeri hesap edemeyen insanların başına çorap örmek de çok daha kolay oluyor tabii.
Tarihin her döneminde erkeklerin kadınlara olan zaafları kullanılarak erkekler üzerine türlü çeşit oyunlar oynanmış. Güç ve makam sahibi erkekleri yerlerinden edebilmenin en kolay yolu da bu olsa gerek.
Samson ve Delilah hikâyesini hatırlarsınız belki.
Hikâyeye göre Samson; İsrailoğulları’nın Filistinliler’e karşı direnişinde etkin bir rol oynayan Herkül gibi güçlü bir kahramanmış. Bir başka ünü de Filistin kadınlarına olan düşkünlüğüymüş. Delilah da bu kadınlardan biriymiş. Fakat Samson, Delilah’ın kız kardeşi Semadar’a aşık olunca Delilah’ın öfkesini kazanmış. Delilah da türlü hilelerle Samson’un gücünün saçlarında gizli olduğunu öğrenmiş. Bir gece Samson’u koynunda uyutarak saçlarını kazıtmış ve onu Filistinliler’e teslim etmiş.
Doğru olup olmadığından emin olunmayan böyle bir tevatür de Baltacı Mehmet Paşa ile Katerina arasında yaşanan bir çadır gecesi aşkıdır.
Kâh yurt dışında kâh yurdumuzda bakan düşüren ilişkiler de ortaya çıkartıldı. Birlikteliklerinin ifşa olmasıyla üzülen, utanan ve utandırılan insanlar oldu. Terk-i makam ettiler. Bu birlikteliklerinin bedellerini çok ağır ödediler.
Ülkemizde tek eşlilik kanunî olarak belirlenmiş bir durum.
Çok eşliliği imam nikâhı yoluyla kendilerince meşrulaştıran insanların sayısı da az değil. İmam nikâhı kıyarak bu durumu herkese ilân ettiği zaman bir erkek acaba şunu mu demiş oluyor: ‘Diğer eşimin ve karşılıklı ailelerin hepsinin bu durumda rızası var, her şey herkesin bilgisi dahilinde, ahlâka ve namusa aykırı bir şey yok!’
Yani nikâhın her türlüsü çevreye karşı bir kadınla bir erkeğin birlikteliğinin ilân edilmesi demek. Bunun dışına çıkanlarsa her türlü cezayı ve her türlü aşağılanmayı hak ederler.
O zaman; ilk taşı hiç günah işlememiş olanımız atsın…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.