Jurnalist…

 Bazı sözcükler zaman içinde asıllarından kopup nasıl da farklı anlamlara bürünüyor. Fransızca kökenli Jurnalist (Journalist) de öyle.

Günlük anı anlamındaki Jurnal (Journal) sözcüğünün sonuna gelen “ist” ekini Türkçeleştirip Jurnalci haline getirince sözcük bambaşka bir anlam alıyor.

Jurnalist, olayları halka haber veren doğal olarak da iktidarlara muhalefet eden kişi iken jurnalci ise iktidara muhalefet edenleri iktidara bildiren-jurnalleyen kişi oluyor.

Bugün 24 Temmuz 1908 günü ilan edilen 2. Meşrutıyet'le birlikte basında sansürün kalkmasının 105. yılı. 1946'dan bu yana ise Gazeteciler ve Basın Bayramı…

Bir başka deyişle jurnalistlerin, jurnalcilere karşı zaferinin 105. yıldönümü.

Pekiii. Basında sansürün kalkmasının, yani jurnalcilerin, jurnalciliğin yenilgiye uğramasından 105 yıl sonra Türk basınının hali pür melali ne?

Doğrusunu söylemek gerekirse jurnalciliğin geçerli olduğu 2. Abdülhamit devrinden pek farklı değil. Görece iyi olduğu durumlar olsa bile teknik olanakların bu derece gelişmiş olduğu çağda çok daha kötü olduğu durumlar daha fazla.

Öncelikle gazete sahipliği artık meslekten gazetecilerin işi olmaktan çıkıp, iş adamlarının, bankacıların, müteahhitlerin iş takiplerini kolaylaştırmak için, iktidarı yağlamak için, kendi yolsuzlukları yanında iktidarın yolsuzluk ve baskılarını gizlemek için kullandıkları araç haline geldi.

Gazeteciler yıllarca geniş halk yığınlarına örgütlenme, çalışanlara sendikalaşma çağrısı yaparken şimdilerde en örgütsüz, sendikanın neredeyse adının bile edilmediği bir alan oldu.

Sigortasız, kayıt dışı çalışmayı, işten atılmayı haber yapması gereken gazeteciler, iş arkadaşlarının giderek kendilerinin sigortasız çalışmasını, işten atılmalarını haberleştiremiyor.

Kazara muhalefet eden gazetelerin sahipleri artık işadamı olduğu için şirketlerinin üzerine gönderilen maliye müfettişleri ve ardından gelen ağır cezalarla hizaya getiriliyor. Gazetelerine, televizyonlarına TMSF tarafından el konulup yandaşlara veriliyor. Star Gazetesi ve Televizyonu, Sabah, Atv, Show TV, Akşam Gazetesi bunlardan birkaç örnek.

Köşe yazarları, beğenilmeyen haberleri yapan muhabirler iktidar baskısı ile işten atılıp yerlerine gazeteciler tayin ediliyor. Beğenilmeyen açıklamaları basında yer alan sanatçıların, aydınların, spor insanlarının işlerine son veriliyor, dizilerdeki işlerini, milli takımlardaki yerlerini kaybediyorlar.

Akredite olan-olmayan gazeteciler kavramı ortaya çıktı. Başbakanın özel uçağında yer almanın yolu yazılan yazıların, yapılan haberlerin iktidarın hoşuna gitmesinden geçiyor.

Siyasi hayatında “U” dönüşleri yapanlar yüksek maaşlarla Başbakan danışmanlığına getirilirken yakın geçmişte “U” dönüşü yaparak yalakalık yapanların en küçük eleştirilerinde cezalandırıldıklarını, haklarında ağır tazminat davaları açıldığını görüyoruz.

Karikatüristler ilk kez mesleklerini yapamaz hale geldiler.

Sadece Taksim Gezi Parkı olaylarından sonra onlarca üst düzey gazeteci işinden oldu. Dünyanın en ücra köşelerindeki en küçük olayları naklen yayınlayan TV kanalları ayağa kalkan Türkiye'yi göstermek yerine penguenlerin üremesini gösterdiler. Çok tutulan NTV Tarih Mecmuası yayın yaşamına son verdi.

PKK'nın Güney sınırlarımızda devlet ilan ettiği günlerde adına büyük denilen gazeteler İngiliz Kraliyet ailesinin torununun doğumunu sürmanşet haber yapabiliyorlar. En önemli olaylar olurken deprem ve fay hattı haberlerini ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar.

İşlerine son verilen gazeteciler anı kitaplarında gördükleri baskıları yazıyorlar. Pek çok ünlü köşe yazarı Taksim ayaklanması sırasında biraz olsun yaşadığı özgürlük ortamında üzerindeki ağır baskıları anlattı.

Şu anda Ortadoğu'da sürmekte olan olayları daha iyi anlayabilmek için Ortadoğu uzmanı geçinen bir gazetecinin tuğla kalınlığındaki kitabını okuyorum. Uzun yıllar iktidara en yakın gazetede köşe yazarlığı yapıp Ortadoğu analizleri yapan bu gazeteci, daha sonra gazetesinden kovuldu. Kitabın önsözünde bazı yazılarının nasıl yayınlanmadığını dahası değiştirtildiğini adeta övünerek anlatıyor. Önsözden hemen sonra aktardığı eski yazılarında ise iktidara ne kadar övgüler düzdüğünü görüveriyorsunuz.

Daha geçen hafta yazılarına son veren Can Ataklı Vatan Gazetesinin yeni patronu işadamı Yıldırım Demirören'i zor durumda bırakmamak için köşesini bıraktığını açıkladı.

Yüze yakın gazeteci yıllardır tutuklu. Gazeteciler hakkında binlerce davada binlerce yıl hapis isteniyor. Yerel basın ağır ekonomik baskılar nedeniyle yaşam savaşı veriyor.

Türkiye'de gazetelerin ve gazeteciliğin hali bu…

Gerçek gazeteciler kan ağlarken bir gurup jurnalci bayram yapıyor. Bu arada Başbakan vatandaşları tencere, tava çalan komşularını jurnallemeye çağırıyor.

İşin tuhafı 2. Abdülhamit sansürüne ve jurnalciliğine karşı mücadele ile kazanılan basın özgürlüğünün 105. yılında bayram yapabilen jurnalciler 2. Abdülhamit'e övgüler düzüyor. Basın özgürlüğünü getiren 2. Meşrutiyet'in yaratıcısı İttihat ve Terakki'cilere küfürler yağdırıyor.

Eğer varsa basın özgürlüğünüz ve Basın Bayramınız kutlu olsun…

Not: Dün aynı zamanda Lozan Anlaşmasının 90. yıldönümü. Lozan anlaşmasının en büyük kazanımı Ulusal Bağımsızlığımız ayaklar altında. Kapitülasyonlar çok daha ağır olarak geri gelmiş, dahası Misak-ı Milli sınırlarımızı tescil eden Lozan anlaşmasına rağmen özellikle Suriye sınırımız silinmiş, yok edilmiş.

Yine de kutlu olsun. Belki Lozan hiç kalmayınca kıymetini anlarız…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.