“İffetli kadın olmak istemiyoruz!”
Yazılarım ne maskülen ne feminendir genelde, lakin bu kez epey bir “femen”lik edeceğim…
Adem de Havva’yı mağaraya kapatıp, ‘Kır dizini otur ininde’ demiş midir?
Christine de Pisan 1405’de yazdığı Kadınlar Kentinin Kitabı adlı eserle bu ezilmeye karşı çıkıyor.
Bireysel olarak baş kaldıranlardan biri olan Mary Astell, “Eğer bütün insanlar doğuştan özgürse nasıl oluyor da bütün kadınlar köle doğuyor?” diye sorguluyor…
Kim bu cadılar?
19. yüzyılın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya’da feminizm ve özellikle de kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası başlıyor. Kadınların erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışma isteği var.
Seçme ve seçilme hakkı
Kadınlara seçme hakkı, ilk olarak 1893 yılında Yeni Zelanda’da tanınıyor, yaygınlaşması ise 20. yüzyılda oluyor.
Almanya ve Sovyetler Birliği’nde 1917-1918 yıllarında sosyalist devrimin sonucunda verilen hak, Amerika ve Büyük Britanya da aynı zamanlarda, ‘savaş döneminde kadınların ülkeye olan katkılarından dolayı’ ödül olarak veriliyor. Fransa ve İtalya gibi başka ülkeler ise kadınlara seçme hakkını II. Dünya Savaşı sonunda vermeye başlıyor.
“Siyasette olmak önemli” diyor Serpil Hoca.
“Çünkü siyaset ile kaynakların nereye kullanılacağının kararını veriyorsunuz”…
Kadın Hakları için açlık grevi yapan kadınların zorla yemek yedirilmesi…Taciz ve alaylara rağmen
Kadınların bu yerlere hemen kabul edildiklerini sanmayın. Kıyafetlerinden duruşlarına kadar kadınlıkları ile sürekli alay edilerek aşağılandıklarını unutmayın.
Şimdi kabul edildi de ne oldu derseniz, erkek tarafında değişen pek bir şey yok…
Dünyada da farklı değil. Ekim 2013’de Fransa Meclisi’nde Yeşiller Partisi üyesi kadın milletvekili Veronique Massonneau konuşurken tavuk sesi çıkarıp gıdaklayarak tacizde bulunan UMP Milletvekili Philippe Le Ray’ı unutmuş değiliz…
Tanzimat Dönemi (1839-1908) ile birlikte Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1869’da Fransa’nın Duruy Kanunu (1867)’ndan yararlanılarak Maarif-i Umumi Nizannamesi hazırlanıyor. Bu nizamnamede, kadın eğitimi hakkında, okuma-yazma çağındaki çocukların tümüne ilk öğrenim mecburiyeti konulmuş, uygun yerlerde kızlar için orta okul (Rüşdiyeler) ve İstanbul’da Kız Öğretmen Okulu açılması düşünülmüş.
Sözün burasında, tüm bu haklarda önceliğin varlıklı kadınlarda olduğunun altını çizelim…
* Hatta Osmanlı Devleti halkını “Saray ve çevresi” ile “sade halk” olarak ikiye ayıralım ve Osmanlı Kadını olmayı sadece sarayda kaftanlar içinde yaşayan ve saray entrikalarıyla uğraşan muktedir kadın olarak algılamayalım. Irgat Anadolu kadını unutmayalım…
1869’da Terakki-i Muhaderat ile başlayan kadın dergilerin sayısı Cumhuriyet’e kadar 40’a ulaşıyor.
Arife Hanım 1886 yılında yayınlanan Şüküfezar Dergisinde: “Biz ki saçı uzun aklı kısa diye erkeklerinin alaycı küçümsemelerine maruz kalmış bir taifeyiz, bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek çalışmanın doğru yolunda mümkün olduğunca ayak direyeceğiz.” diyerek, iyi ev kadını olmanın gereklerinin değil, özgürlükçülüğün işlendiği, çalışanlarının tamamının kocalarının adını kullanmayan kadınlar olduğu ilk kadın dergisi Şüküfezar’ın yol haritasını çiziyor.
Bu arada Osmanlı’da otuz kadar kadın derneği de mevcut.
Feminizm’in Osmanlıcası
Nimet Cemil “feminizm” kelimesinin yabancı olmasını konu edenlere güzel bir cevap veriyor. “Nasıl ki telgraf, otomobil, vapur gibi ecnebi kelimeler lisanımıza girmişse, varsın bir ecnebi kelime daha girsin. Feminizmin varlığı ve gerekliliği kabil-i inkar değildir.”
Ülkemizdeki ilk feminist örgütlenme 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi adında feminist bir yayınevi oluyor, ancak yayınevi olarak kalmıyor. Aynı zamanda feministlerin ve feminizm üzerine düşünmeye başlayan kadınların birbirini bulduğu bir örgütlenme haline geliyor. Daha sonra Kadın Çevresi’nde tanışan kadınların ilk çıkardıkları yayın “Feminist” oluyor.
İlk eylemden sonra yürütülen bir kampanya ile “Mor Çatı” kuruluyor. Cinsel tacize ya da sarkıntılığa karşı kampanya ve “İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası sayesinde radikal eylemler başlıyor.MOR İĞNE
Kadınlar çıktıkları bu yolda seslerini duyurarak haklarını elde etmek için baş kaldırıyor, taleplerini sıralıyor, birbiriyle dayanışıyor, kadına yönelik şiddeti ifşa ederek görünür kılıyor, kadın çalışmaları disiplini ortaya çıkartıyor, bilimsel araştırmalar yapıyor, siyaseti tanımlıyor, kadın tarihi yazımını ortaya çıkartıyor, yasal hakların kazanımı için mücadele veriyor.
****
Bu sloganı hatırladınız değil mi?
Yazının başında bahsettiğim Duygu Asena’nın ülkemizdeki feminist kadın hareketi üzerine olan etkisi ve mücadelesi çok uzaklarda değil.
Hizbullah tarafından öldürülen Konca Kuriş’in çırpınışları ona keza…
O dönemlerde yayınlanan Kadınca ve sonrasında yayınlanan Erkekçe dergileri tarzında bir dergi görmüyorum ben şimdilerde.
Bir kesimin hızla ilerlemesi ve bir kesimin hızla gerilemesiyle yaşanan bir keşmekeşin içindeyiz.
Her iki taraf da ipe olanca güçleriyle asılıyor.
Çok zaman da ip inceldiği yerden kopuyor…
Bu kadar sindirme ve piyasadan silme politikalarına bakılırsa evet.
Fırsat verildiğinde kadının neler yapabileceğini bildiklerinden ve kadının kendilerini şeytana uydurduğunu düşündüklerinden olsa gerek, kadını etrafta görmek istemiyorlar.
Saltanatlarının sallanacağını düşünüyorlar. Güçlerinin azalacağını düşünüyorlar.
Ezmek ve ezilmek üzerine kurulmuş dünyalarında ezemeyeceklerse ezileceklerini düşünüyorlar.
Okulda istemiyorlar kadını, ofiste istemiyorlar, sokakta istemiyorlar, trafikte istemiyorlar…
İstedikleri yerler malum; mutfak, banyo ve yatak odası…Erkek eşittir Kadın
‘Eşitlik’ten de, “kendi yapabildikleri ağır işleri kadınların da yapması gerektiğini” anlıyorlar. Nezaket kurallarını ve saygıyı atlayarak erkek arkadaşlarına davranır gibi kaba saba davranıyorlar kadınlara.
Eşitmişiz ya!
Eşitlik istiyormuşuz ya!
Müstahak bize…
Sorun hep buradan çıkıyor işte.
Sen her anlamda mükemmel bir kadın istiyorsun. Ama dönüp demiyorsun ki ben bu mükemmel kadını hak ediyor muyum? Demiyorsun ki ben bu mükkemmel kadını mutlu ediyor muyum?
Diyorsun ki “kadın mükemmel olsun”, beni de tüm “organikliğim, doğallığım ve evrim geçirmemişliğim ile” kabul etsin. Hatta beğensin, tapsın, sözümden çıkmasın falan falan.
Zengin, yakışıklı, bilgili, kültürlü ve bonkör koca peşinde koşan “ruhu az gelişmiş kadın”, sen de sor bir kendine, “O erkek seni niye istesin?”
Feministlik bitti
Bu konu hakkında söz bitmez.
Son sözleri özümüze dönerek söyleyelim.
Erkeklerin kendilerine uyguladığı her türlü şiddeti ellerine fırsat geçirince erkeklere uygulayan kadınlara feminist demiyorum ben. Desem desem sadist diyorum.
Kendi özlük haklarını koruyarak, kadın olduğu için ezilmeden ve aşağılanmadan yaşayıp, toplumda kendi arzusu dahilinde yaşamak isteyenlere diyorum feminist.
Kadın ister evinde ister işinde çalışsın, ister evlensin ister bekar yaşasın, ister doğursun ister doğurmasın, yeter ki istemediği bir hayatı yaşamak zorunda kalmasın.
Ne kadınlığı bu kadar kutsamaya hacet var, ne de erkekliği.
Ve ne kadınlığı bu kadar aşağılamaya hacet var, ne de erkekliği.
Cinsimizin keyfini çıkartıp insanca yaşayalım yeter…