“İffetli kadın olmak istemiyoruz!”

Bu yazımı feminist feminist yazacağım müsaadenizle. Her kelimesinden feminizm damlayacak cümlelerin.
Yazılarım ne maskülen ne feminendir genelde, lakin bu kez epey bir “femen”lik edeceğim…
Feminizmi başımıza Duygu Asena’nın icat çıkardığını düşünüp de Asena’ya veryansın edenlere selam ederek başlayalım yazmaya. Sonra dönüp bakalım feminizmin ortaya çıkışı nerelere kadar gider?
Havva anamız Adem babamıza ‘Kadın Hakları’ ile ilgili bir zılgıt çekmiş midir mesela?
Adem de Havva’yı mağaraya kapatıp, ‘Kır dizini otur ininde’ demiş midir?
İnsanlığın tarihi 4 milyar yıllara dayanırken feminizm ilk ne zaman dillendirilmiştir?
Kadınlar o güne kadar nasıl yaşamışlardır?
Ne zaman ve niçin böyle bir hareketi başlatmışlardır?
‘Rahat’ mı batmıştır kadınlara da kendilerini sokağa atmışlardır?
Feminizmi uzmanından dinliyoruz
Bu soruların cevapları için Nilüfer Belediyesi ve Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen söyleşiye konuk olarak katılan ve feminizmin tarihini anlatan Prof. Dr. Serpil Çakır‘ın anlattıklarından yola çıkalım. Sonra da öğrendiklerimizi biraz kendi araştırmalarımız, biraz da kendi fikirlerimiz ile harmanlayalım.
Konferansın adı “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Feminizm” idi lakin Serpil Hoca bizi dünyanın feminizm tarihinde dolaştırdı ve getirip bugüne bıraktı.
Kadınların seslerini duyurabilmek için verdikleri mücadele dünyada da aynıydı, Osmanlı’da da ve şimdi de…
* Oysa ilk çağlardan beri Türk kadını erkeğinden hiçbir dönem ayrı düşünülmemiş, her zaman erkeğin tamamlayıcı unsuru ve dengi olmuş.
Osmanlı Devleti’nin henüz Türklüğünün bozulmadığı ilk dönemlerinde, erkekler savaşırken kenti ve yurttaşları korumak için kurulmuş olan Bacılar Teşkilatı, tüm üyeleri kadın olan bir çeşit polis-jandarma teşkilâtı imiş.
Sonraları Osmanlı Devleti’nde nüfus artmış, erkeklerin tümü orduda görev almak zorunluluğundan çıkmış, kadını eve kapatan İslam ağırlaşmış ve Türk Kültürü aşınmaya uğramış. Böyle olunca da Bacılar Teşkilâtı kaldırılmış.
Kadın mı şeytan mı?
Dünyada kadın, özellikle de Orta Çağ’da şeytanla özdeşleştirilmiş durumda.
Savaşları, veba salgınları, açlığı, sefaleti, vahşiliği ile ortaçağ; acımasız bir çağ ve bu acımasızlıktan kadınlar da nasibini alıyor.
M.S. 13. Yüzyıl’a kadar kadınlarla kimsenin bir derdi yok ve kadınlar toplum hayatında epey etkililer. 13. Yüzyıl’dan sonra başlayan kadını reddetme, sosyal ve ekonomik hayattan uzaklaştırma, 18.Yüzyıl’a dek uzanan bir Cadı Avı‘na dönüşüyor ve kadınlar Engizisyon Mahkemeleri‘nde cadılıkla suçlanıp diri diri yakılıyor.
Christine de Pisan 1405’de yazdığı Kadınlar Kentinin Kitabı adlı eserle bu ezilmeye karşı çıkıyor.

Bireysel olarak baş kaldıranlardan biri olan Mary Astell, “Eğer bütün insanlar doğuştan özgürse nasıl oluyor da bütün kadınlar köle doğuyor?” diye sorguluyor…

Kim bu cadılar?

Cadı olarak nitelendirilmeniz için büyücü olmanız gerekmiyor, menopoza girmiş kadın kanını içinde sakladığı için, doğumda anneyi kurtarmak için bebeği feda eden ebe kadın doğurganlığı engellediği için, evlenmek istemeyen kadın erkeksiz yaşayabildiği için, erkeklerin yapabildiklerini yapan kadın, cinsine yakışan erdemleri unuttuğu için cadılıkla suçlanabiliyor.
Hatırlayın, ölümünden 490 yıl sonra Kilise tarafından azize ilan edilen Jeanne D’arc bile sonunda cadılıkla suçlanıp yakılmamış mıydı? (6 Ocak 1412 – 30 Mayıs 1431 tarihleri arasında yaşanan 19 yıllık bir ömür)
Kilisenin etkisi
Kadını eve kapatan zihniyet erkeğe her türlü imtiyazı tanıyor. Kilise erkek üstünlüğünü destekliyor, adeta etrafta kadın görmek istemiyor.
1793 yılında Fransa’da Olympe de Gouges bu durumu protesto ediyor. Gouges İnsan Hakları olarak görünen “Erkek Hakları”nın on yedi maddesinin kadınlara uyarlanmasını öneriyor. Bunu da şu ünlü sözüyle dile getiriyor:
“Eğer kadının idam sehpasına mahkûm olma hakkı varsa, tribünden izleme hakkına da sahip olmalıdır.” 
Çok olmayın
Kadının yerinin neresi olduğuna bir türlü karar veremeyen “erkekler”, Fransa İhtilali’nin ardından Napolyon Sivil Yasaları ile kadınların kazandıkları özgürlükleri, ihtilalin on yıl sonrasında tedavülden kaldırıyor ve kadınları evlerine geri postalıyor.
Dalgalanma başlıyor
19. Yüzyıl’a gelindiğinde kadın erkeğin tamamlayıcı unsuru olarak görülmeye başlıyor. Fakat şiddet ve yasaklamalar aynen devam ediyor.
Kadın konusunda ilk olarak, 1825’de İngiltere’de William Thompson tarafından (Anne Wheeler ile birlikte) kadın hakları ile ilgili bir manifesto yazılıyor.

19. yüzyılın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya’da feminizm ve özellikle de kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası başlıyor. Kadınların erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışma isteği var.

Seçme ve seçilme hakkı
Kadınlara seçme hakkı, ilk olarak 1893 yılında Yeni Zelanda’da tanınıyor, yaygınlaşması ise 20. yüzyılda oluyor.

Almanya ve Sovyetler Birliği’nde 1917-1918 yıllarında sosyalist devrimin sonucunda verilen hak, Amerika ve Büyük Britanya da aynı zamanlarda, ‘savaş döneminde kadınların ülkeye olan katkılarından dolayı’ ödül olarak veriliyor. Fransa ve İtalya gibi başka ülkeler ise kadınlara seçme hakkını II. Dünya Savaşı sonunda vermeye başlıyor.

Bizde durum nedir?
Türkiye Cumhuriyeti’nde ise 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile kadınlara, önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma, ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınıyor. Milletvekili seçme ve seçilme hakları ise, 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile sağlanıyor.

“Siyasette olmak önemli” diyor Serpil Hoca.
“Çünkü siyaset ile kaynakların nereye kullanılacağının kararını veriyorsunuz”


Kadın Hakları için açlık grevi yapan kadınların zorla yemek yedirilmesi…Taciz ve alaylara rağmen
Kadınların bu yerlere hemen kabul edildiklerini sanmayın. Kıyafetlerinden duruşlarına kadar kadınlıkları ile sürekli alay edilerek aşağılandıklarını unutmayın.
Şimdi kabul edildi de ne oldu derseniz, erkek tarafında değişen pek bir şey yok…
Dünyada da farklı değil. Ekim 2013’de Fransa Meclisi’nde Yeşiller Partisi üyesi kadın milletvekili Veronique Massonneau konuşurken tavuk sesi çıkarıp gıdaklayarak tacizde bulunan UMP Milletvekili Philippe Le Ray’ı unutmuş değiliz…

Geçmişine bir göz attım da, Fransa Meclisi bu konuda epey sabıkalı
Osmanlı’da kadın

Tanzimat Dönemi (1839-1908) ile birlikte Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1869’da Fransa’nın Duruy Kanunu (1867)’ndan yararlanılarak Maarif-i Umumi Nizannamesi hazırlanıyor. Bu nizamnamede, kadın eğitimi hakkında, okuma-yazma çağındaki çocukların tümüne ilk öğrenim mecburiyeti konulmuş, uygun yerlerde kızlar için orta okul (Rüşdiyeler) ve İstanbul’da Kız Öğretmen Okulu açılması düşünülmüş.

Devamında Kız Öğretmen okulu açılmış, hem kız rüştiyelerine hem de kız sübyan okulları için öğretmen yetiştirilmeye başlanmış. 1914’de kızlara özel Darülfünun açılmış ve kurum kızlar için en yüksek eğitim müessesesi olmuş.
Şartlar değişiyor
II. Meşrutiyet yıllarında, arka arkaya gelen harplerin değiştirdiği sosyal ve ekonomik ortam, kadın eğitiminin batı toplumlarının evvelki devirlerine nazaran önemle ele alınmış ve gelişen milliyetçilik etkisi ile eski Türklerdeki kadınının hayatı incelenip, yazılmış ve kadınların da çeşitli dernekler kurup faaliyette bulunmasıyla kadın hak ve eğitimi ile ilgili şartlar değişmeye başlamış.
I. Dünya Savaşının başlamasıyla ve erkeklerin silah başına çağrılmalarıyla, kadınlar devlet hizmetlerinde onların yerlerini almışlar.
Sözün burasında, tüm bu haklarda önceliğin varlıklı kadınlarda olduğunun altını çizelim…
* Hatta Osmanlı Devleti halkını “Saray ve çevresi” ile “sade halk” olarak ikiye ayıralım ve Osmanlı Kadını olmayı sadece sarayda kaftanlar içinde yaşayan ve saray entrikalarıyla uğraşan muktedir kadın olarak algılamayalım. Irgat Anadolu kadını unutmayalım…
Osmanlı’da kadın dergileri
1869’da Terakki-i Muhaderat ile başlayan kadın dergilerin sayısı Cumhuriyet’e kadar 40’a ulaşıyor.
Arife Hanım 1886 yılında yayınlanan Şüküfezar Dergisinde: “Biz ki saçı uzun aklı kısa diye erkeklerinin alaycı küçümsemelerine maruz kalmış bir taifeyiz, bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek çalışmanın doğru yolunda mümkün olduğunca ayak direyeceğiz.” diyerek, iyi ev kadını olmanın gereklerinin değil, özgürlükçülüğün işlendiği, çalışanlarının tamamının kocalarının adını kullanmayan kadınlar olduğu ilk kadın dergisi Şüküfezar’ın yol haritasını çiziyor.
Bu arada Osmanlı’da otuz kadar kadın derneği de mevcut.

Feminizm’in Osmanlıcası
Nimet Cemil “feminizm” kelimesinin yabancı olmasını konu edenlere güzel bir cevap veriyor. “Nasıl ki telgraf, otomobil, vapur gibi ecnebi kelimeler lisanımıza girmişse, varsın bir ecnebi kelime daha girsin. Feminizmin varlığı ve gerekliliği kabil-i inkar değildir.” 

Yoğurtçu Parkı’nda ilk feministler
Cumhuriyet’in kurulmasıyla kadınların önünde açılan aydınlık yol yıllar içinde gittikçe karartılınca kadınlar arasında huzursuzlanmalar da başlıyor.
Ülkemizdeki ilk feminist örgütlenme 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi adında feminist bir yayınevi oluyor, ancak yayınevi olarak kalmıyor. Aynı zamanda feministlerin ve feminizm üzerine düşünmeye başlayan kadınların birbirini bulduğu bir örgütlenme haline geliyor. Daha sonra Kadın Çevresi’nde tanışan kadınların ilk çıkardıkları yayın “Feminist” oluyor.
17 Mayıs’ta İstanbul Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda bir miting yapıyorlar. Türkiye’de kadın hareketinin ilk kitlesel eylemi oluyor bu miting.
İlk eylemden sonra yürütülen bir kampanya ile “Mor Çatı” kuruluyor. Cinsel tacize ya da sarkıntılığa karşı kampanya ve “İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası sayesinde radikal eylemler başlıyor.MOR İĞNE

Cinsel tacize karşı yürütülen kampanyanın sembol “MOR İĞNE” oluyor. Mor kurdeleler bağlanmış büyük iğneler, tacize karşı kadınların kendilerini taciz eden erkeklere batırması için vapurlarda ve kamuya açık mekânlarda feministler tarafından dağıtılıyor.
* Artan taciz ve tecavüzler sonrasında Mor İğne bugün yeniden gündeme geliyor.
Yol uzun
Kadınlar çıktıkları bu yolda seslerini duyurarak haklarını elde etmek için baş kaldırıyor, taleplerini sıralıyor, birbiriyle dayanışıyor, kadına yönelik şiddeti ifşa ederek görünür kılıyor, kadın çalışmaları disiplini ortaya çıkartıyor, bilimsel araştırmalar yapıyor, siyaseti tanımlıyor, kadın tarihi yazımını ortaya çıkartıyor, yasal hakların kazanımı için mücadele veriyor.
Konferansın ardından Serpil Hoca’ya bu detaylı sunum ile bizi bilgilendirdiği için teşekkür ediyoruz ve hep birlikte kameraya poz vermeyi unutmuyoruz.
****
“Kadının Adı Yok”
Bu sloganı hatırladınız değil mi?
Yazının başında bahsettiğim Duygu Asena’nın ülkemizdeki feminist kadın hareketi üzerine olan etkisi ve mücadelesi çok uzaklarda değil.
Hizbullah tarafından öldürülen Konca Kuriş’in çırpınışları ona keza…
O dönemlerde yayınlanan Kadınca ve sonrasında yayınlanan Erkekçe dergileri tarzında bir dergi görmüyorum ben şimdilerde.
Bir kesimin hızla ilerlemesi ve bir kesimin hızla gerilemesiyle yaşanan bir keşmekeşin içindeyiz.
Her iki taraf da ipe olanca güçleriyle asılıyor.
Çok zaman da ip inceldiği yerden kopuyor…
Erkekler kadınlardan korkuyor mu?
Bu kadar sindirme ve piyasadan silme politikalarına bakılırsa evet.
Fırsat verildiğinde kadının neler yapabileceğini bildiklerinden ve kadının kendilerini şeytana uydurduğunu düşündüklerinden olsa gerek, kadını etrafta görmek istemiyorlar.
Saltanatlarının sallanacağını düşünüyorlar. Güçlerinin azalacağını düşünüyorlar.
Ezmek ve ezilmek üzerine kurulmuş dünyalarında ezemeyeceklerse ezileceklerini düşünüyorlar.
Okulda istemiyorlar kadını, ofiste istemiyorlar, sokakta istemiyorlar, trafikte istemiyorlar…
İstedikleri yerler malum; mutfak, banyo ve yatak odası…Erkek eşittir Kadın
‘Eşitlik’ten de, “kendi yapabildikleri ağır işleri kadınların da yapması gerektiğini” anlıyorlar. Nezaket kurallarını ve saygıyı atlayarak erkek arkadaşlarına davranır gibi kaba saba davranıyorlar kadınlara.
Eşitmişiz ya!
Eşitlik istiyormuşuz ya!
Müstahak bize…

O kadın seni niye istesin?
Sorun hep buradan çıkıyor işte.
Sen her anlamda mükemmel bir kadın istiyorsun. Ama dönüp demiyorsun ki ben bu mükemmel kadını hak ediyor muyum? Demiyorsun ki ben bu mükkemmel kadını mutlu ediyor muyum?
Diyorsun ki “kadın mükemmel olsun”, beni de tüm “organikliğim, doğallığım ve evrim geçirmemişliğim ile” kabul etsin. Hatta beğensin, tapsın, sözümden çıkmasın falan falan.

Zengin, yakışıklı, bilgili, kültürlü ve bonkör koca peşinde koşan “ruhu az gelişmiş kadın”, sen de sor bir kendine, “O erkek seni niye istesin?”

Feministlik bitti
Bu konu hakkında söz bitmez.
Son sözleri özümüze dönerek söyleyelim.

Erkeklerin kendilerine uyguladığı her türlü şiddeti ellerine fırsat geçirince erkeklere uygulayan kadınlara feminist demiyorum ben. Desem desem sadist diyorum.

Kendi özlük haklarını koruyarak, kadın olduğu için ezilmeden ve aşağılanmadan yaşayıp, toplumda kendi arzusu dahilinde yaşamak isteyenlere diyorum feminist.

Kadın ister evinde ister işinde çalışsın, ister evlensin ister bekar yaşasın, ister doğursun ister doğurmasın, yeter ki istemediği bir hayatı yaşamak zorunda kalmasın.

Ne kadınlığı bu kadar kutsamaya hacet var, ne de erkekliği.
Ve ne kadınlığı bu kadar aşağılamaya hacet var, ne de erkekliği.
Cinsimizin keyfini çıkartıp insanca yaşayalım yeter…

 

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.