Hukuk açısından 26 ile 29 Ocak eylemleri

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Hukukçu değilim. Genel hukuk bilgilerime dayanarak düşüncelerimi açıklıyorum. Hukuk devleti; yurttaşların haksızlıklara maruz kalmadığı devlet değil, haksızlıklara karşı hak arama yolunun hukuk güvencesinde olduğu devlettir. Fani dünya gerçeğinde hiçbir devlette mutlak adaletin var olduğu söylenemez.
Bu genel girişten sonra konumuza gelelim. Yunan uyruklu Batı Trakya Türklerinin 1923’ten beri azınlık yaşamında baskıcı ve ayrımcı muamelelere maruz kalmakta oldukları yadsınmaz bir gerçek. Amerikancı faşit cuntanın 1974’te iktidardan düşmesinden sonra ülkede parlamenter demokrasiye dönüldü. Azınlık saflarında ayrımların son bulacağı beklentisi oluştu. Ancak umulan gerçekleşmedi. Ayrımlar devam etti. Ayrımlara karşı çeşitli eylemler yapıldı.
Yunan Yönetimi’nin baskıcı ve ayrımcı uygulamalarına karşı Azınlık saflarında haklı olarak tepkiler birikti. Almanya’daki Azınlık mensubu işçi Dernekleri 1985 yılında, oluşan tepkiyi, şikâyet ve talepleri yasal yoldan Yunan Meclisi’nin gündemine taşınmasını amaçlayan imza kampanyası başlattı. İmza kampanyası, çağdaş demokrasilerde yurttaşların yasal, demokratik ve kitlesel hak arama eylemidir. Anarşistçe eğilimlerin sızma olasılığının en az olduğu eylemdir. Çünkü bir heyet tarafından istişare sonucu alınır ve disiplinli bir sorumluluk içinde yürütülür.
Yunan Meclisi’nin gündemine elli altmış bin imzalı bir dilekçenin gelmesi, Yunan demokrasisi için olumlu bir eylemdi. Ne var ki, Atatürk ile Venizelos’un 1930 yılında temelini atmış oldukları Türk-Yunan dostluğu ve sıkı işbirliğinin yeniden canlandırılmasını istemeyen, demokrasi kültürü zayıf çevreler, imza kampanyasını içten ve dıştan baltalayarak hedefine ulaşmasını engelledi.
Almanya’daki işçi Dernekleri 1983 yılından itibaren Avrupa Konseyi ile Avrupa Parlamentosu’nda Yunan uyruklu Batı Trakya Türklerinin hakları ve sorunları bağlamında bazı girişimlerde bulundular. 1985 yılının Ocak ayında, Avrupa Konseyi Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu eski Başkanı Danimarkalı parlamenter Elmquist, işçi Derneklerinin Konsey’deki çalışmalarının, Yunanistan’ın, Yunan yurttaşlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını tanımasını çabuklaştırdığını söyledi. Diğer bir söylemle, işçi Dernekleri’nin katkısıyla Yunanistan 1985 yılında bireysel başvuru hakkını tanıdı.
Eğri oturalım, doğru konuşalım. Böyle bir hakkın olduğu bilindiği halde, 26 ve 29 Ocak olaylarının yolunu açanların bu hakkın kullanılmasını hiç akıl etmemiş olmaları, cehaletin sorumsuzluğu değilse, nedir?
Yunan Yargıtayı’nın1987’deki kararına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde itiraz etme hakkı dururken, nüfusunun neredeyse yüzde yüzü emekçilerden oluşan Azınlık insanlarını sokaklara dökerek, “Türküz” diye bağırtmak, polisler tarafından tartaklanmalarına,, yaralanmalarına kapı açmak, akıl kârı mıydı?
31. yıldönümü vesilesiyle Gümülcine’de düzenlenmiş olan etkinlikte, Gümülcine seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif’in şu ifadeleri, hukuk ve hukukun üstünlüğü konusunda Azınlık saflarında ne denli derin bir cehaletin hüküm sürmekte olduğunun ibretlik belgesidir. İbrahim Şerif şöyle diyor:
“25 Ocak 1988 tarihinde Batı Trakya Türk Azınlığı Yüksek Kurulu’nun bir toplantı yaparak yürüyüş kararı aldığını söyleyen İbrahim Şerif. Tarih olarak 29 Ocak tarihinin o gün İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen uluslararası ekonomi forumu çerçevesinde Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu’nun görüşecek olmalarının azınlığın sesinin duyulması için güzel bir fırsat olarak görülmesinden dolayı söz konusu tarihin seçildiğini söyledi.”
Yunan uyruklu Batı Trakya Türklerinin maruz kaldığı, hiçbir yasal dayanağı olmayan uygulamalara son vermeyen Yunan Yönetimi’ni, elli altmış bin imzalı bir dilekçe ile Anayasa ve yasalara saygılı davranmaya imza kampanyası eylemiyle demokratik yoldan zorlamak varken, Davos’ta Özal-Papandreu görüşmesini fırsat olarak değerlendirmek, hangi akılla izah edilir?
Aklın yolu birdir. Önce hukuk yolları tüketilir, sonuç alınamazsa, hesaplı kitaplı eylemlere girişilir. Hukukun tanıdığı haklar dururken, o yollardan hak aramak varken, ne düşündürücüdür ki, anarşistçe eğilimlerin istismar edilebileceği eylemlere öncelik tanındı. Yunanistan, Türkiye ve daha geniş bir coğrafyadan kaynaklanan sorumsuzlukların sonucunda 26 Ocak ve 29 Ocak ile sonraki iki yılın 29 Ocak’larında o bilinen eylemler gerçekleşti, şiddet olayları yaşandı, Azınlık insanı maddî ve manevî mağduriyete maruz kaldı.
Ne düşündürücüdür ki, 26 Ocak ile 29 Ocak’ların yolunu açmış olanlar 31 yıl sonra hâlâ olayları hukuku umarsamazlık zaafı içinde anıyorlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.