Hitler’in içindeki Adolf!

70’lerin başında, 50’li yılların dergilerinde gördüm Rudolf Hess’i. Uzun boyu, dizlerine kadar çıkan çizmeleri, poturumsu pantolonu, temiz tıraşı ve sert bakışları olan bir adamdı.
70’lerin ortalarında evimize giren televizyonla birlikte İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan filmleri izledim bolca.
Yaşamadığım zamanlarda olup bitenler meraklandırıyordu beni.
Normandiya Çıkartması, General Patton, Pearl Harbor en baba savaş filmleriydi.
Sonraki yıllarda çekilen Er Ryan’ı Kurtarmak da yine Amerikalılar’a has bir kahramanlık filmiydi.
Yakın zamanlarda Schindler’in Listesi ve Piyanist ile devam eden İkinci Dünya Savaşı filmlerinde yahudiler ve soykırımla ilgili hepimizin içini kopartan sahneler vardı.
Mağdur ve suçlu değişmiyordu.
Filmi yapan nihayetinde kendisini anlatıyordu.
****
80’lerde bir gün bir dostumun kitaplığını karıştırırken Hitler’e ait bir kitap takılmıştı gözüme.
Mein Kampf…
Türkçe adıyla Kavgam.
O kitapta Adolf Hitler’in hayatı, siyasi görüşleri ve nasyonal sosyalizmin ilkeleri vardı ve otobiyografik bir kitaptı. İki ciltten oluşmuş bu kitap Hitler’in başarısız bir darbe girişimi sonucunda hapse girdiği dönemde, Landsberg cezaevinde, dostu Rudolf Hess tarafından kaleme alınmış.
Ayrıntılarını pek hatırlamasam da ilgiyle okuduğumu ve filmlerde izlediklerimle kitapta okuduklarımı mukayese ettiğimi hatırlıyorum.
****
Ve ardından dün akşam Nilüfer Belediyesi etkinlikleri dahilinde, Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde izlediğim tek kişilik oyun.
Pip Utton’un yazdığı, Burak Sergen’in oynadığı, rejisini Levent Özdilek’in yaptığı, 13. Direklerarası Seyirci Ödülleri 2012-2013 Sezonu ‘İstanbul Oyunları’nda Tek Kişilik Prodüksiyon dalında ödüle layık görülen Adolf…
30 yaşında Alman İşçi Partisi’ne üye, 32’sinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin lideri olan, 44 yaşında iktidar koltuğuna oturan, 12 sene aralıksız iktidarda kalan, 56 yaşında kendi eliyle kendi canını alan bu adamın ölmeden önceki son saatlerini, Hitler’in Adolf’unun ruh halini ve kendi iç çekişmelerini anlatan oyun daha önce bildiklerini sorgulatıyordu insana.
O; kitleleri ardına almış, halkı tarafından delice alkışlanmış, koskoca bir dünyayı birbirine katması onaylanmış, ona göre doğru olsa da doğruluğu epey tartışılır bir tarih yazmış, Avusturya asıllı Alman bir politikacı, bir siyasi lider, bir teorisyen, bir devlet adamı, bir yazar ve bir ressamdı.
Ölürken ise yanında sadece Eva’sı vardı.
Ele geçmiş ve yaşayıp yaşamamasına düşmanlarının karar verdiği bir savaş suçlusu olmaktansa, kendi eliyle hayatına son vermeyi yeğlemişti.
Belki de, bazı komplo teorilerine göre, son verdiği zannedilsin istemişti.
Karşımızdaki Adolf sahneden şizofrenik hezeyanlar içinde sesleniyordu. Kâh akıllı uslu lâflarla yaptıklarını savunuyor, bir kez olsun “Acaba haklı mıydı?” diye düşünün diyordu, kâh deliriyor kendini yerden yere atıyordu…
Hem Alman halkı tarafından, hem de yaratan tarafından seçilmiş kişi olduğunu vurguluyordu.
Haksız da değildi hani…
Zaman zaman söyledikleri bugünlerle ne kadar da örtüşüyordu.
Demokrasi, iktidar, muhtaç etme, inandırma, hükmetme, sürükleme ve bir dolu avuca alma taktikleri sayıyordu bize…
Adolf’u izledikçe o son 12 saatti gerçekten bu 1,5 saatlik gösterideki gibi mi geçirdi diye düşünüyordum.
Partiye seçilmesinin ardından geçen zamanda gelişen olaylar ve zıvanadan çıkan bu savaş için pişman mıydı?
Dünyaya hakim olmak isteyenlere karşı verdiğini söylediği savaşı kaybetmişti.
Kendisi de aynı hırsa kapılmıştı oysa.
Ve güçler arası savaşta kaybeden yine insanlık olmuştu.
****
Oyun sırasında Hitler’in ruhuna bürünen ve kan ter içinde kalan Burak Sergen, oyunun sonunda sahne kenarına oturup seyirciyle konuşarak bugünümüzü değerlendiriyordu.
Kapılar ne kadar şiddetli çalınırsa çalınsın, açmayın diyordu…
Faşizmin demokrasiyle geldiğinin, demokrasinin faşizme giden yolu açan bir araç olduğunun ve faşizm geldiğinde ilk olarak demokrasiyi çöpe attığının altını çiziyordu.
Gecenin sonunda Levent Özdilek’le birlikte seyirciyi selamlayan Burak Sergen, izleyenlerin zihinlerinde bir yerlerde farklı kapılar açarak sahneden ayrılıyordu.
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.