Hem pazar, hem deniz, hem yelken…

Geçtiğimiz pazar günü yelken yarışlarını izlemek için marinaya biraz geç gitmek zorunda kalınca yarışı deniz üzerinde izleyebilmeleri için basını taşıyan tekneyi kaçırdım tabi.
Yarışları marinanın ucunda bulunan Mudanya Yelken Kulübü’nün seyir terasından izledim mecburen.
Daha sonra basını taşıyan teknenin sahibi ve Bursa Yelken Kulübü Başkanı Dr. Sürel Solakozlu ile tanışınca, kendisine haber etmiş olsaydık gelip beni alabileceğini söyledi.
Lakin yarışı karadan izlemek de keyifliydi.
Havanın serin rüzgarı bedenimi üşüttüğü zamanlarda kulübün kapalı mekanına sığındım.
Deniz aşıklısı bir insan olarak ikram edilen çayımı yudumlarken bir yandan da kapalı mekandaki görsel zenginliği inceledim.
Denizcilikle ilgili pek çok şey karşımdaydı…
hem pazar hem deniz
Kulüpte aynı zamanda sınav vardı. Öğrenciler altışarlı gruplar halinde sınava giriyor, diğerleri sıralarını bekliyordu.
Sınav heyecanı yaşlı-genç, kadın-erkek herkeste aynıydı.
“Acaba sorular zor mu?”
Sınavda başarılı olurlarsa 24 metreye kadar olan tüm teknelerde uluslararası kullanım selahiyetleri olacaktı.
Heyecanları normaldi.
Bu hararetli ortamda koştururken bir yandan da beni kırmayıp benimle sohbet eden, sorduğum her soruyu yanıtlayan birinden bahsedeyim size.
Kasım 2012’de Mudanya Yelken Kulübü Başkanı olmuş olan Alper Tuna Tataroğlu.
Alper hem Trabzonlu, hem de Hamburglu bir makine mühendisi. Sert Kuzey Denizleri’ne aşina bir deniz sevdalısı yani.
Önce sınavı sordum.
Sahil Güvenliğin tekne kullanma ruhsatı konusundaki hassasiyetinden ve insanların tekneye olan meraklarından dolayı hem kurs verdiklerini, hem de sınav yaptıklarını söyledi.
Kursa 18 yaşını geçmiş herkes katılabiliyor. 16-18 yaş grubu için ise ailenin muvafakatnamesi gerekli.
1 ay kadar süren kurs esnasında 26 ayrı konu işliyorlarmış derslerde. Harita okuma, navigasyon, ilk yardım, telsiz, hava durumu ve daha birçok ders.
Dersler teorik olarak veriliyor ve sınav da bilgisayar başında teori derslerinden yapılıyormuş. Uygulamalı olarak ders de, sınav da yokmuş.
Ve Mudanya Yelken Kulübü Türkiye’deki yelken kulüpleri içinde ilk beşte yer alıyormuş.
Sintine boşaltma ve çevre konularındaki davranışlarını sorduğumda MARPOL’e uyduklarını belirtti.
MARPOL’e göre teknedeki atıklar suyla karıştırılarak akışkan bir hale getirilip 4 mil süratle giderken 12 mil açıkta salınmalıymış denize.
Cânım koylara girilerek değil…
Deniz üzerinde seyrederken deniz dibindeki kayaları olsun, batıkları olsun nasıl farkettiklerini sordum Alper Bey’e.
Sonar mı kullanıyorlardı acaba?
Bir deniz haritası açtı hemen önüme.
Derinliklerden sığlıklara, kayalıklardan batıklara kadar her şey en ince ayrıntısına kadar vardı haritada.
Çocukken Arnavutköy Burnu’ndaki fenerin yanıp sönüşünü Siği’den izlediğimi hatırlayarak deniz fenerlerini sordum sonra. Hepsi hâlâ vazifelerinin başındaymış.
Fakat marina giriş çıkışındaki yanmış iskele ve sancak lambaları bir türlü değiştiril-e-miyormuş.
Sisli bir havada ya da gecenin karanlığında limanı tanımayan tekneler için büyük risk…
Bunları konuşurken bir yandan da kulüp içindeki minyatür yelkenli teknelere takılıyor gözüm. Yelkenlilerin altlarındaki salmalarına kadar hiçbir ayrıntı atlanmamış ve üzerlerinde özenle çalışılmış.
Yelkenden konuşurken Argonotlar’a ve Valos adlı yelkenlileriyle Altın Post’u aramak için bütün denizleri dolaştıklarına geliyor söz.
Argo ve Arganotların mitolojik öyküsünde genç bir delikanlının uzun bir yolculukta karşılaştığı zorluklar sonunda olgun bir insan olmasının anlatıldığını öğreniyorum bu mitolojik hikayede.
Ve bu uzun seyahatte Mudanya’ya da geldiğini…
Geçmişin derinliklerinden şimdiki zamana geri geliyoruz.
Alper Bey sınavdaki öğrencilerine, ben de denizdeki yelkenlilerime dönüyorum.
Terasta Bursa Yelken Kulübü üyeleri var. Yarışanlar arkadaşları olduğu için bütün tekneler hakkında bilgileri de var, fikirleri de. Onların konuşmalarıyla yarışı izlemek daha keyifli hale geliyor.
Yarışları haber yazımda ayrıca anlatıyorum:
Yelkende Uludağ Kupası sahibini buldu! diyorum…
Alababula adını verdiği teknesiyle Yunanistan’daki Neo Mudania’ya gitme planları yapan Mesut Üner ve tekneler hakkında bana bolca bilgi veren Mustafa Kali ile birlikte, yelken sporuyla ilgili edindiğim bilgiler gittikçe çoğalıyor.
“Alababula ne anlama geliyor?” diyorum Mesut Bey’e. Bilgisiz ve acemi denizci demekmiş.
Ekşi Sözlük Bey’e göre de; mürettebatın bozuk, iş yap(a)mayan, huysuz, beceriksiz haline denirmiş. Kısacası; böyle bir mürettebat ile denize açılanın vay haline imiş.
Ne diyelim, umarız Mesut Bey’in Neo Mudania planları gerçekleşir…
Kulüp terasından tekneleri izlerken arada dönüp deniz boyunca sere serpe uzanıvermiş Mudanya’yı da izliyorum.
Marina’nın karşısında çocukluğumun eşsiz, şimdinin köhnemiş askeri lojmanları görünüyor.
İki katlı lojmanların arkasında yükselen bir inşaat ise fazla yükselmesiyle dikkat çekici!
Başında geniş kenarlı ve tüylü şapkasıyla tiyatro izlemeye gelerek en ön sıraya kurulan bir kadına benziyor bu haliyle.
Ve arka sıradakilerin sahneyi görmüyor olmasını umursamayarak yükselmeye devam ediyor.
Bittiği zaman sahile tüy dikecek anlaşılan…!
Sahillerde deniz kıyısından geriye doğru artması gerekmez miydi yüksekliğin diye düşünüyorum.
Arka taraftakilerin görüşünü kapatıp adeta duvar oluşturmak hem ekolojik denge olarak, hem de arkada evi olan diğer insanlara saygı olarak pek iyi olmamış doğrusu…
Limanın ardındaki tepelere bakınca, oradaki zeytinlikler yok, ‘dağ taş’ ev olmuş.
Oysa; “Devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın, zeytin ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır. Eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır.” der Aristotle, Atina Anayasası’nda…
Piç kırma zamanında yaşlanmış bir ananın yanındaki yavrularından birisi kırılmayarak bırakılır ve büyümesi sağlanır. Yavru serpilip büyüyünce de yanından anası alınır, yavrusu kalır.
Böylece zeytin ağacı yok olmaz… Zeytin kutsaldır. Nimettir, berekettir.
Lakin anlaşılan o ki artık bereketi de kutsallığı da kalmamış…
O da soluğu “kat karşılığı”nda almış…
Buralarda kışın da oturuyorlarsa neyse de, topu topu iki aycık oturmak için güzelim zeytin ağaçlarını kesip birbirinin içinde itiş kakış taştan evler yapıyorlarsa çok yazık doğrusu…
Ha bir de; havuzlu sitelerde yaşayıp havuza girmeyen, leb-i derya ev alıp denize ayağını sokmayan, denizden korkan, suyu sevmeyen bir güruh var ve denize 2 ay bakmak için, ‘kesilen ağaçların yerine yapılan evlerde’ oturuyorlar.
Ne doğaya yar oluyorlar, ne kendi hayatlarına…
Yazlık ev hevesiyle koylar evlerle, yollar arabalarla, geri kalan her yer de çöplerle doluyor.
Olmasın mı olsun, ama doğayla bütünleşerek olsun. Katlederek değil…
Bu arada marinanın içindeki suyun temizliği dikkat çekiciydi doğrusu.
Günün ve yarışların sonunda vedalaşarak ayrılıyor, Siği’ye, kendi baba evime gidiyorum.
Zeytin ağaçları altında ve deniz manzarası karşısında çay bile bir başka…
İyi pazarlar herkese…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.