Hayvan Hakları Yasası Nerede?

SOSYAL MEDYA YASASI PIT DİYE ÇIKIYOR, HAYVAN HAKLARI YASASI BİR TÜRLÜ ÇIKAMIYOR. KADINA ŞİDDET YASASI İSE BİR TÜRLÜ LAYIKIYLA UYGULANMIYOR.
Suçlular aramızda ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor.

BİR HABER
Arkadaşı cenazeye gideceği için köpeğini ona emanet ediyor. O ise köpeğe saatlerce tecavüz ediyor.
Hayvanın mahalleyi inleten acı çığlıkları üzerine yakalanıyor ama köpek iç organları parçalandığı için ölü bulunuyor. Bunu yapan Volkan Uzun tabii ki serbest bırakılıyor.

BİR BAŞKA HABER
Hatay’da gece yarısı bir evin bahçesindeki köpeği bıçaklayan S.A. gözaltına alınıyor. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılan zanlı, sabaha karşı köpeğin bulunduğu bahçeye gelerek zavallı hayvanı katlediyor.


Özgürlük En Çok Hayvanların Hakkı
2010 yılında Fethiye-Hisarönü’ndeki beton havuzdan kurtarıldıktan sonra Born Free tarafından rehabilite edilerek 9 Mayıs 2012’de yeniden özgürlüklerine kavuşan iki yunusun özgürlük anını izledim.
Kahramanları projeye “Maviye Dönüş” adını vermişler.
Tom ve Misha 2006 yılında Türkiye sularında avlanmışlar. Önce Kaş’taki bir deniz kafesine, oradan da Fethiye’de küçük bir beton havuza hapsolmuşlar. Gelen tepkiler üzerine park 2010 yılında kapatılmış. Parkın kapatılmasının ardından Tom ve Misha hasta ve zayıf bir halde bulunmuşlar.
Ve sonrası da bahsettiğim süreç başlamış.
Düşünüyorum da; koskoca bir bedenin var, engin denizlerde yüzmek için yaratılmışsın, güçlü yüzgeçlerin seni iki darbede kapatıldığın havuzun karşı duvarına ulaştırıyor, deliler gibi yüzmek istiyorsun, yüzemiyorsun…Ağzına atılacak birkaç balık için insanların isteklerine çaresizce boyun eğiyorsun. Onlar senden ‘insan’ gibi davranmanı bekliyorlar. Senin başka bir cins olduğunu ve ancak kendin gibi olduğun zaman mükemmel olduğunu anlamıyorlar.
İlla ki insan davranışları sergileyeceksin. Onu da doğru düzgün beceremeyeceksin. O hallerinle de seni izleyenleri güldürüp eğlendireceksin.
Oysa ortada bir eğlence varsa her iki tarafın da eğlenmesi gerekmez mi?
Bir taraf ızdırap çekerken diğer taraf kahkahayı basıyorsa bu neyin eğlencesi?
Bunun bir adım ötesi arenadaki boğa güreşleri ya da kölelerin aslanlara yem edilişinin zevkle izlenmesi…
Hayvanat bahçelerinde doğal olmayan ortamlarda yaşamaya çalışan hayvanlar bir yanda, sirklerde malzeme edilen hayvanların çaresiz halleri öte yanda.
Zaman zaman ‘bakıcısını parçalayan hayvan’ haberlerini duyarız hani.
İnsanların patlamış mısır eşliğinde tepine tepine izlediği o numaralar için o hayvanların ne eziyetler gördüklerini varın siz tasavvur edin.
Elin oğlu ineğine danasına koyununa kuzusuna klasik müzik dinletip, hepsini açık havada dolaştırıp, yemyeşil çayırlarda otlatırken, sen gel milletin boğazına burnuna kadar boka batmış hayvanların etini daya.
İneğinin bağırsağındaki metan gazını çekip alan ve incelen ozon tabakasının kendini onarmasını sağlayan bir akıldan, geçtiği her yere hastalık bulaştıran inek gemilerini denizler aşırıp Boğazımıza dayayan bir akla kadar akıllardan akıl beğen.

Delirmemek işten değil
Ülkede hayvancılığın bitirilip ta cehennemin dibinden, Brezilya’dan hayvan ithal ediliyor olması ayrı konu,
İthal edilen hayvanların hiçbir ahlâk ve hiçbir sağlık sınırına sığmayan taşınma şartları ayrı konu,
O şartlarda yüklenen gemilerin “yüzen bir mikrop yuvası” olarak denizlerde yarattığı kirlilik ayrı konu,
O rezillikte taşınan hayvanların kesilip etlerinin halka yedirilmesi ayrı konu,
Kesilen hayvanların yenilmeyecek kısımlarının nasıl imha edildiği ayrı konu.

Doğa ile Oyun Olmaz
Avustralya’nın güneyinde kuraklık nedeniyle 5.000 yabani deve, helikopterlerden tüfeklerle açılan ateşle öldürüldü. Develer, Avustralya’nın endemik canlı türlerinden değil. 19. yüzyılda İngilizler tarafından Avustralya çöllerini geçmek için kıtaya getirilmişler. (Doğanın tekerine çomak sokmayın demiş miydik?)
Develerle sınırlı değil: Avustralya’da Atlar, Tavşanlar, Tilkiler Hatta Kangurular da öldürülüyor.

İngiltere’den Avustralya’ya Getirilen 24 Yaban Tavşanının Milyarları Bulma Hikayesi
1859 yılında Thomas Austin isimli bir göçmen boş zamanlarında avlamak için İngiltere’den getirdiği, 24 adet yaban tavşanını Avustralya kırsalına salar. Birkaç yıl içerisinde kıtadaki tavşan nüfusu milyonları bulmuş ve takvimler 1920’yi gösterdiğinde (tavşanların salınmasından 70 yıl sonra) kıtadaki tavşan nüfusu 1 milyarı geçmiş. Tavşanlar, Avusturalya kırsalında 2 milyon dönümden daha büyük bir alana zarar vermişler.
Avustralya hükümeti tavşanlarla başa çıkmak adına en azından kıtanın verimli topraklarından onları uzak tutmak adına 1902 yılında dünyanın en uzun çitini Avustralya topraklarına dikmişler (1138 mil). Buna benzer ve bundan daha kısa çitlerde ülkenin belirli yerlerine çekilmiş ama tavşanları engelleyememişler.
Son olarak 1950’lerde Güney Afrika’dan sadece tavşanlar üzerinde etkisi olan Myxoma virüsünü getirip tavşanların besin zincirinde olan böceklere enjekte ederek doğaya salmışlar. Bu yöntem %90 oranında etkili olmuş ancak kalan %9’luk kısım bu virüse bağışıklık geliştirerek hayatta kalmayı başarmış ve 1990’lara kadar olan sürede yeniden genişleyerek kaybettikleri popülasyonun %40’ını geri kazanmışlar. 1995’te yeni bir virüs geliştirerek kıtadaki tavşan nüfusunu yeniden kontrol altına almayı başarmışlar ama tavşanlarla olan mücadele kazanılmış denilemez!
Kaynak: Ekşi Sözlük
****
Yıllardır eğitimden, bilimden, efendilikten, kültürden, ahlâktan bahseden kişileri “elitist” olmakla itham ettiler.
Bir hain akıl insan gibi insan olmayı çok kötü bir olguymuş gibi tanıttı topluma ve doğallıkla dangalaklığı, açık sözlülükle patavatsızlığı ayırt edemeyen “anti-elit”bir güruh yarattı sonunda.
Efendi gibi insanları toplumun en diplerine iterken, ağzından çıkanı kulağı duymayan, terbiyesizlikte sınır tanımayan insanları aldı başına taç etti.”Madem buraya geldim, ben de bir şeyler öğrenip kendimi eğiteyim” demedi gelen bu yeni tayfa. “Para bende!” düsturunu benimsedi ve yoluna çıkanlara omuz ata ata ilerledi yolunda.
“Para kazan ama ahlâklı yoldan kazan.” diyenleri ahlâksızca tekmelemekten çekinmedi.
“Kültür-sanat-bilim” diyenleri, bir dudak bükmesiyle küçümsedi.
Yeni zenginler, en pahalı araçlarıyla trafiğin en yoğun olduğu saatlerde slalomlar atarak bastılar gaza. Emniyet kemeriymiş, emniyet şeridiymiş, sinyalmiş, yayaymış, yolcuymuş, insanmış, hayvanmış umursamadılar, ezip geçtiler. Kendilerini durduran trafik polisine dahi “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyerek posta koydular. Hızlarını alamayıp, onu buralardan sürdürmekle tehdit ettiler.
Yaptıklarından utanmayı rafa kaldırdılar. Çünkü yaptıklarında utanılacak bir yan görmediler.
Arsızlıkla donatılmış aşağılık bir yaratığa dönüşürken çevrelerindeki her güzel şeye zarar verdiler.
Hâlâ daha bütün bu dönüşümde kimsenin kendinde sorumluluk aramaması, suçu hep ona buna atması da psikolojinin, hattâ belki de psikiyatrinin alanına girer.

23 Temmuz 2020 / C.E.Y.

Siz de hayvan sevenlerden misiniz? / 14 Ekim 2010
Hayvandan korkma, hayvan sevmeyen insandan kork! / 30 Eylül 2012
Sokaklardaki bu hayvanlar toplansa… / 4 Ekim 2012
Bütün hayvanlar çevreci, ya insanlar? / 5 Haziran 2013
Doğanın tekerine çomak sokup durmayın! / 9 Mayıs 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Hayvan kes(eme)me bayramı! / 30 Eylül 2014
Hayvanı kendine benzetme, bırak! / 25 Ekim 2014
Zürafa tavşana, su aygırı serçe kuşuna / 8 Aralık 2015
Hayvana zulmeden zalimdir / 25 Şubat 2016
Harambe’ı neden vurdunuz? / 8 Haziran 2016
Kuyudan ders çıktı / 15 Şubat 2017
Zulmün adı ET olmuş! / 6 Eylül 2018
Kokuşizm! / 21 Aralık 2018 
Tavşan Kaç! / 13 Ağustos 2019
Aman avcı, vurma beni! / 5 Şubat 2019
Siz Niye Oturuyorsunuz? / 27 Ekim 2019

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.