Hangi Oğlunuzu Seçerdiniz?

Kurban Bayramı boyunca bir kez dahi televizyon açmadım.
Açsam nelerle karşılaşacağımı biliyordum. Malum, her sene aynı hikâye.
İpini kopartıp kaçan hayvanları, kaçanları kovalayan, yakaladığında da hayvana olmadık işkenceler yapan dinden imandan habersiz “hayvanlar”ı, kan revan içinde can çekişen biçare hayvanları, din amaçlı kurban edilen diyemeyeceğim, taammüden öldürülen hayvanların kanıyla kızıla kesmiş sokakları, parça parça, hâttâ lime lime edilen hayvanları, kesmeyi bilmeyen, kurbanın anlamını bilmeyen, can almak/can vermek ne demek onu bilmeyen “hayvanlar”ı mı izleyecektim?
Hoş; açmadım da ne oldu?
Sosyal medyada hepsinin en alâsı yok muydu?
Zaten haber kanalları da Whatsapp ihbar hatlarından beslenmiyor muydu?

Tüm vahşet görüntülerinin üzerine, gebe bir koyunun kurban olarak kesildiğini, karnından çıkan minik yavrunun annesinin iç organlarıyla birlikte çöpe atıldığını görünce bunu yapanların HİÇBİR tanımla tanımlanamayacağını bir kez daha görerek, derin bir iç çekişi ile içime kapandım.
Gebe bir hayvanı satan da, alan da, kesen de, yiyen de, hepsi aynı kafadaydı.
Kurbanın koç olması gerektiğini, koyun olsa da gebe olmaması gerektiğini, kesilen hayvanın et olarak kullanılmayacak kısımlarının çöpe atılması değil, toprağa gömülmesi gerektiğini dahi bilmiyorlardı.
İhtimal ki “Ver mehteri!” diyerek kör bıçaklarla dayanıyorlardı hayvanın boğazına. Kesmeden önce de, keserken de, kestikten sonra da, parçalarken de, etleri dağıtırken de selfie üzerine selfie çekiyorlardı bir de. “Allah kabul etsin” yazıyordu insanlar bu kanlı paylaşımların altına. “Amin”ler uçuşuyordu havada.
Yaptıkları öldürmek, yaptıklarını sandıkları şey ise sevap işlemekti.

Artık cinayete dönüşen bu ritüeli Allah kabul ediyor muydu acaba?
Can çekişe çekişe can veren o hayvanlar yarın bir gün kendilerini öldürenleri Sırat Köprüsü’nden güven içinde geçirecekler miydi acaba?
Kurban etinin üçte bir payını ihtiyacı olanlara dağıtmak yerine, kestiği hayvanın tüm etini kendi evine depolayan zihniyetin omuzundaki melekler kişinin sevap-günah defterinin hangisine ve nasıl not düşüyorlardı acaba?
Bu arada; bayramı fırsat bilip kasaplık ücretini fahiş fiyata çıkartan ve halkı kendi bildiğince iş yapmaya zorlayan kasap arkadaşları da anmadan geçmeyelim. Onların defterlerine de bir şeyler yazılıyordur elbet…
**** 
Ya görmediğimiz yerlerde, mesela mezbahalarda hayvanlar nasıl kesiliyor?
Biz kasaba “Kuzu pirzola kalem olsun” derken o kalem pirzolanın minicik bir kuzunun kaburgaları olduğunu zinhar düşünmüyoruz.
Market rafına gelmiş, parçalanmış ya da paketlenmiş etleri görünce bunların bir hayvanın parçaları olduğunu, kendi canımızın yaşaması için başka bir canın can verdiğini aklımıza getirmiyoruz ya da getirmek istemiyoruz.
Mahalle kasaplarının buzdolaplı vitrinlerinde derisi yüzülmüş, ayaklarından kanca ile asılmış, poposuna da karanfil takılmış hayvan görüntüleri de market kasaplarında yok.
Göz görmeyince gönül katlanıyor haliyle.
Hoş, görse de katlanıyor.
Yarım saat önce göz göze baktığın hayvanın ciğerini yarım saat sonra mangalda çevirirken duygusallıktan eser kalmıyor.
Damak hazzı ve mide gurultusu her şeyin üzerine çıkıyor.
Ah bir de et fiyatları bu kadar yüksek olmasa!
****
Etoburların et, otoburların ot, insanoğlu gibi her ikisi de olanların hem et, hem de ot yiyeceğini biliyoruz tabi ki.
Karşı olduğumuz ete de, ota da büyük bir saygısızlık yapılması.
Eti ve otu bize sağlayan toprağa, havaya, suya şükran duyulmaması.
Tüm doğanın hoyratça kullanılması.
Dönen bir tekerlek misali artan cehaletle birlikte vahşetin çoğalması, çoğalan vahşet ile bereketin azalması.

Peki ya yarın bir gün kurban edilecek hayvan kalmadığında yaşam tekerleği tekrar başa döner mi dersiniz?
Peki ya o zaman siz hangi oğlunuzu seçerdiniz?

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.