Göbeklitepe’den Aktopraklık Höyüğü’ne

Ömer Hayyam’ın başını göğe kaldırıp da “Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?” diye sorduğu ve “Kimse bilmez” diye cevapladığı tarihler, Alparslan’ın Anadolu’ya giriş yaptığı tarihlere rastlıyordu ihtimal. 1071’den yıllar ve yıllar sonra Mehmet Güreli bu sözleri alıp bestelediğinde kimileri “kimse bilmez” nakaratını söylerken kendi derdine yanıyor, kimileri yine en çok merak edilen o soruya cevap arıyordu:
“Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?” 
Ah, bilmem…

Enuma Eliş der ki:
“Yükseklerdeki gök henüz isimlendirilmemişken, 
Ve aşağıda sağlam zemin çağrılmamışken,
Tatlı sular, tuzlu sular ve ilksel var olanlar ile ilksel doğanlar henüz dünya yüzünde yok iken,
Ve göksel gürültüler dört bir yanı titretiyor iken,
Marduk Tiamat’ı ikiye böldü ve dünya yeri ile dünya göğünü yarattı.”

Oradan Beyt Nahrin’e, yani Mezopotamya’ya gelir ve Bereketli Hilâl’in kutsal topraklarına şöyle bir bakarsak, insanlığın (şimdilik) en eski zamanlarını görürüz. 

Tarihin Sıfır Noktası
1995 yılında arkeolog Prof. Klaus Schmidt tarafından Alman Arkeoloji Enstitüsü desteğiyle başlayan kazılar sonucu ortaya çıkan ve 2018 yılında UNESCO Dünya Miras Lisesi’ne alınan Göbeklitepe için “Tarihin Sıfır Noktası” derler. Avcı toplayıcı düzenden yerleşik düzene geçiş ve yerleşik düzenin en belirleyici özelliği olan tarım için “Tarım mı dini doğurmuştur, din mi tarımı?” sorusunun cevabını “İbadet tarımı doğurmuştur” olarak verirler. 
Topluluklar ibadet için bir araya gelerek uzun süre bir arada kaldıklarında beslenme sorunu ortaya çıkmış olmalı.

Şimdilik En Eski O
Avlanacak hayvanların ve toplanacak otların peşinde oradan oraya sürüklendikten sonra tarım ve hayvancılık yapmayı keşfettiler, toprağa kök saldıkça toprağa daha bağlandılar ve daha sosyal bir hayat yaşamaya başladılar, sonra da inanç ve ibadet ihtiyacı doğdu diye biliniyordu oysa değil mi?
Dünya tarihini alt üst ederek tarihi 12 bin sene öncesine taşıyan Göbeklitepe, bu değişimin belki de ilk örneği. İnşası M.Ö. 10 bin yıllarına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor. Göbeklitepe İngiltere’de bulunan Stonehenge’den 7 bin, Mısır piramitlerinden ise 7 bin 500 yıl daha eski. Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmış. İnşa edildikten 1000 yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömülen bu yapı gizemini korumaya devam ediyor. 
Bu bölgede yaklaşık 20 tapınak tespit edilmiş ve şu ana kadar yalnızca 6 tapınak gün ışığına çıkartılmış.

Stonehenge-Göbeklitepe
İngiltere’de yapılan bir DNA araştırması sonucu, Stonehenge’i inşa edenlerin Anadolu’dan geldikleri tespit edilmiş. Bu insanlar yaklaşık 6.000 yıl önce bugünkü Türkiye’nin bulunduğu topraklardan göç eden Neolitik insanların soyundanmış. 
Su seviyesinin daha düşük ve karaların daha büyük yüz ölçümlere sahip olduğu dönemlerde yaşayan ve sürekli hareket halinde olan toplulukları düşünürsek, bu tespiti pek de garipsemeyiz değil mi?

Göbeklitepe’nin gerçek adı ne?
Göbeklitepe keşfedilmeyi bekleyen sırlarıyla uzun yıllara yayılacak bir yolculuğun kapısını araladı insanlığa.
Buralar bin yıllık bir kullanımın sonunda neden gömülerek terk edilmişti mesela?
Taşlar neden T şeklindeydi, çemberin ortasındaki iki taş neden daha büyüktü, taşların üzerindeki kabartmalar (tilki, yaban domuzu, turna, akrep, örümcek, akbaba, eşek, leopar, sığır, ceylan) neleri temsil ediyordu, çember şeklindeki yapıda niçin çepeçevre seki vardı, ibadet edenler nerelerden geliyorlardı ya da burada nerede kalıyorlardı, henüz bulunan bir mezarlıkları yoktu, peki ya ölülerini ne yapıyorlardı? 
Biz buraya Göbeklitepe dedik de, onlar ne diyordu?
Buraların gerçek adı neydi?
O insanlar artık buralarda yaşamaktan neden vazgeçmişlerdi?
Giderlerken onlar için kutsal olan bu alanlar bulunmasın ve zarar görmesin diye mi gömmüşlerdi?
Açıkta olursa bir saldırı olmasa dahi doğal şartlar sebebiyle bozulmaya uğrar diye mi düşünmüşlerdi?
Her biri tonlarca ağırlıktaki taşların taşınması ve toprağa çakılır gibi dikilmesi bugünün şartlarıyla bile olacak iş değilken, (ki Göbeklitepe’deki dev kaya-heykelleri inceleyen National Geographic araştırmacısı, konuyla ilgili belgeselde meseleyi özetleyen şu cümleyi kurmuş: “Bu dönemde yaşayan insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States’i inşa etmesine benziyor!”) bir de bu devasa alanı tonlarca toprak ile örtmek, bir bakıma toprağa gömmek insanın aklının sınırlarını zorluyordu.
Hem de öyle bir gömmek ki, 11-12 bin yıldır kimse bulamamacasına gömmek. 
Sizin de aklınızdan aynı soru geçti değil mi:
“Acaba daha kaç medeniyet var böyle gömülerek gizlenen ya da kendiliğinden toprak altına gömülen?”
Sorunun cevabını yine ben vereyim:
Harran Ovası’nı çevreleyen Tek Tek Dağları üzerinde Göbeklitepe ile çağdaş 12 yerleşim yeri daha olduğu biliniyor.

Anadolu’da Yerleşik Yaşamın Kökeni, Son Avcılar ve Göbeklitepe 
Bursa Unesco Derneği’nin 2019 Göbekli Tepe Yılı Etkinlikleri kapsamında düzenlediği etkinliklerin 4.’sünde, İstanbul Üniversitesi’nden (İstanbul Üniversitesi, Tarihöncesi Arkeolojisi) Prof. Dr. Necmi Karul, “Doğudan Batıya, 11 bin yıl öncesi Güneydoğu Anadolu’dan 3 bin yıl sonra Bursa Aktopraklık Höyük’e” konulu bir konferans verdi. (Tarih içinde bin yılları ifade etmek ne kadar da kolay.)

Konferans öncesi Bursa Etnomüzikoloji Derneği Başkanı olan Uludağ Üniversitesi’nden Doç. Dr. Özlem Doğuş Varlı’nın Üçleme Topluluğu ile sundukları yöresel müzik dinletisini dinledim.

Bursa Etnomüzikoloji Derneği Üçleme Topluluğu

Daha sonra da Prof.Dr. Necmi Karul’un Göbeklitepe ve ardından Aktopraklık Höyüğü üzerine verdiği konferansı izledim. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nda düzenlenen etkinliğe katılım hiç de fena değildi. 
Binlerce yıl yaşındaki Göbeklitepe tüm gizemiyle hepimizin ilgisini çekiyordu.

İyi ki National Geographic İşaret Etti
Prof.Dr. Necmi Karul Göbeklitepe’nin ancak National Geographic işaret ettikten sonra görünürlük kazanıp merak edilmeye başlandığını söyleyerek başladı konuşmasına. “Bu akşam akademisyen olarak konunun popüler olmayan kısmına bakacağız.” diyerek devam etti.
12 bin yıl önce dünyanın bir yol ayrımına girdiğini, havaların ısınmaya başlayarak buzulları erittiğini, yavaş yavaş bugünkü koşulların oluşmaya başladığını, bitki türlerinin farklı yörelere yayıldığını, hayvan sayısının arttığını, gezgin (göçebe) yaşama biçiminin yerini yerleşik (üretici) yaşama biçiminin aldığını, topluluğa dayalı davranış biçiminin yerine bireysel yaşama biçiminin geldiğini, kısacası çevreyle birlikte insanın da değiştiğini söyledi.
Neolitik dönemde yağışların artması ile birlikte yabani tahıllar çoğaldı ve epey uzun bir zaman süren değişimde üretilebilir ve işlenebilir hale geldi, hayvanlar evcilleştirildi, yeni aletler ve aletleri üretecek teknoloji ortaya çıktı, mega köyler oluştu. 
İnanç sistemlerinde gezginci toplumlarda görülmeyen “anıtsallık” görülmeye başladı.

Neolitik-Kent Devrimi-Endüstri Devrimi
Neolitik kavram evrildi. Üretim biçimleri değiştikçe sosyal düzenin buna uyumunu sağlayan bir devrim gerçekleşti.

Besin krizi yaşandı, semboller değişti, tarıma geçiş tek bir merkezde değil, birçok yerde birden başladı. Besin Üretimi; yerleşik yaşam ve bunun getirdiği sosyal dönüşümün nedeni değil, sonucu oldu.

Göbeklitepe’yi Gördüm
Necmi Karul bunları anlatırken ben geçen yıl gidip gördüğüm, üzerine pek çok konferans dinlediğim Göbeklitepe’yi yeniden yaşadım. (Gezinin fotoğraf albümüneburadan ulaşabilirsiniz.)
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ndeki Göbeklitepe canlandırmasını, Göbeklitepe’nin tepesinde tek başına duran ağacı, yerdeki çakmaktaşlarını, kazı alanının ortasındaki iki sütunu (T şeklindeki sütunların tümü ellerini kasıklarının üzerinde birleştiren dev insanlar) ve iki sütunun çevresine dizelenmiş sütunları, tesadüfen bulunan ve dünyanın en eski gerçek insan boyutundaki heykeli (bu heykel de ellerini kasıklarında birleştirmiş bir insanı betimler) olan Urfa Adamı/Balıklıgöl Heykeli’ni ve Haleplibahçe Müzesi’ndeki o muhteşem mozaikleri görmüş, Balıklıgöl’ün hazin hikâyesindeki İbrahim Peygamber’in, Nemrut’un (Nimrod) ve Ayn Zeliha’nın, bir de Eyüp Peygamber’in hikâyesini dinlemiştim. 
Bereketli Hilâl’in sahip olduğu bu kültür zenginliği toprağın bereketinden ötürüydü.
Kimler gelmişti buralara, kimler geçmişti, kimler geçiyordu. 
Ve daha kim bilir kimler geçecekti…

Göbeklitepe Kazı Alanı

Göbeklitepe sunumunun ardından verilen arada önce Necmi Karul Hoca ile tanışıp birkaç yıl önce (31 Temmuz 2016 günü) Aktopraklık Höyüğü’nde kendisini dinlediğimi söyledim ve hâttâ o gün yaptığım video kaydını da gösterdim. Aktopralık bana yabancı değildi.
Verilen kısa arada izleyiciler arasında bulunan Uzman Antropolog ve Tarihçi Dr. Levent Sevik ile Göbeklitepe üzerine koyu bir sohbete daldık. 25 Şubat 2019 tarihinde kendisini UNESCO Derneği ve BUSİAD işbirliğinde düzenlenen Kültür Söyleşileri’nde, BUSİAD Evi’nde izlediğimi söyleyince, o da bana yakın bir zaman içinde Göbeklitepe üzerine yazdığı kitabın yayımlanma aşamasına geldiğinin müjdesini verdi.
22 Nisan 2019 günü, Göbeklitepe’de ilk kez Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası konser verdi. (Doğuş Grubu 2015 yılında Göbeklitepe için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 20 milyon dolarlık ve yirmi yıllık sponsorluk anlaşması yapmışlar.)
Göbeklitepe konusu o kadar bilinmezlerle dolu, o kadar yeniliklere açık bir konuydu ki, ne dinlemekle bitiyordu, ne de anlatmakla…

Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi’ni Gördüm
Necmi Karul hocanın konferansın ikinci bölümünde anlattığı, Bursa’ya en fazla yarım saatlik mesafede olan Aktopraklık Höyüğünü, az evvel dediğim gibi, 31 Temmuz 2016 tarihinde yaptığımız bir pazar günü gezisinde tesadüfen öğrendim. 
Bursa İl merkezinin 25 km. güneybatısında, Nilüfer İlçesi’nin batısında, Ulubat Gölü’nün doğu kıyısında yer alan Aktopraklık, 2002 yılında, sanayi sitesi yapılması planlanan alanda, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü’nden bir ekibin yaptığı yüzey araştırmasında keşfedilmiş. İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Prof.Dr. Necmi Karul başkanlığında 2004 yılında kurtarma kazılarına başlanmış. 2005 yılı kazılarının hemen ardından Bursa Arkeoloji Müzesi’nin sit alanı belirleme çalışmaları sırasında höyüğün 100 m. kadar kuzeyinde; yine doğal bir sırtın üzerinde Kalkolitik Çağ’a tarihlenen bir mezarlık tespit edilmiş. Buraya ilişkin kazı çalışmaları 2006 yılı projesine dahil edilmiş. Malzeme üzerinde yapılan ilk değerlendirmeler sonucuna höyükteki yerleşimin Neolitik Çağ’da başladığı; Son Neolitik’ten sonra hemen hemen aynı yerde yeniden kurulduğu ve burada İlk ve Orta Kalkolitik boyunca yerleşilmiş olduğu belirtilmiş.
Akçalar Mahallesi Hasanağa Sanayi Bölgesi’nde yapılan arkeolojik çalışmaların ardından arkeopark haline getirilen Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açık Hava Müzesi ile günümüzden 5 bin ila 10 bin yıl öncesi yaşamın, ziyaretçilere daha iyi aktarılması amaçlanmış.

Akçalar Aktopraklık Höyük

Yaklaşık 187 dönüm alan üzerinde yürütülen proje kapsamında; giriş takı ve meydan düzenlemesi, bilgilendirme ve sergilerin yer aldığı karşılama binası, atölyelerin yapılabileceği çocuk kazı evi binası ile kazıdan çıkarılan buluntuların saklanacağı depo yapıları bulunuyor. Ayrıca kazı alanlarının daha yüksek bir seviyeden görülebilmesi için de bir gözetleme kulesi bulunuyor.

Orada olduğum o gün o kuleye çıktım, oradan ören alanına, Kızılelma evlerine ve uzaktan görünen Gölyazı’ya baktım, bolca da fotoğraf çektim. (Gezinin fotoğraf albümüneburadan ulaşabilirsiniz.)

Kızılelma Evleri

Proje kapsamında Neolitik Köy Canlandırması, Kalkolitik Köy canlandırması ile geleneksel mimarlık örneklerinin aslına uygun bir şekilde yaşatılması için Kızılelma köyü inşa edilmiş. 
Alanın ortasında yer alan dere üzerinde de farklı zaman dilimlerine sıçramaların yapılacağı köprüler inşa edilmiş. Sit alanının içi, gezi güzergahları, yollar ve tabelalar ile birlikte bir kompleks oluşturacak biçimde düzenlenmiş.
Canlandırılan köyün çevresi kalker ile sıvanmış hendek ile çevriliydi, toprak fırınlarda ateş yanıyordu, yerde körükler, evlerin içinde yaşam alanını gösteren mizansenler vardı. 
Zamanda yolculuğa çıkmış gibiydim.

Aktopraklık sakini bir taş uzattı bana binlerce yıl ötesinden, aldım elindeki taşı binlerce yıl sonrasından.
Büyülü anlardı…

Ayak İzi
Aktopraklık Höyüğü’nde devam eden arkeolojik kazıda, 2018’in kasım ayında yaklaşık 7 bin 500 yıl öncesinde yaşayan bir insana ait 42-43 numara ayak izine rastlandı. Bulunan bu iz beni çok heyecanlandırmıştı. 
Ben böyleysem, Necmi Karul Hoca ve ekibini kim bilir ne kadar heyecanlandırmıştı…

Aktopraklık Arkeoloji Okulu’nu Gördüm
31 Temmuz 2016 günü biz o gün Arkeopark içinde dolanırken, hocaları öğrencilerine obsidyen camından ok ucu yapmayı gösteriyordu. 

Aktopraklık Arkeoloji Atölyesi

Her yıl 50 kadar öğrenciyi ağırlayan Aktopraklık Arkeoloji Okulu, öğrencilere derslerde görüp pratik yapamayacakları konuları atölye çalışmalarında gösteriyormuş.

Konferansın sonunda tarih içinde epey bir gerilere gitmiş, insanlığın aldığı yolları, bu yolculukta geçtiği merhaleleri görmüş, geldiğimiz noktanın geçmişine bir nebze de olsa vakıf olmuştuk.

Bursa Arkeoloji Müzesi’ni Gördüm
Geçtiğimiz günlerde önünden sürekli geçtiğim ama bir türlü ziyaret edemediğim Bursa Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret ettim. Reşat Oyal Parkı (Kültürpark) içindeki müzede diğer dönem buluntularıyla birlikte Aktopraklık Höyüğü’nden çıkartılmış pek çok kalıntı sergileniyor.

Bursa Arkeoloji Müzesi

Her şey değişiyor, gelişiyor, bir bozuluyor, bir düzeliyor, ama sistem hiç durmuyor.
Dünya durmaksızın dönüyor.
Dünyayla birlikte tüm canlı hayat dönüp duruyor.
Ve bu sistemi anlamak için geçmişe çok ama çok iyi bakmak gerekiyor…

(Göbeklitepe ve Aktopraklık yazısını yazarken Necmi Karul’un sunumundan, Göbeklitepe gezisinde rehberimiz Özge Ersu’nun anlattıklarından, Atlas Dergisi’nin internet sitesinde konuyla ilgili yazılmış yazılardan ve arkeoloji sitelerindeki bilgilerden yararlandım.)

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.