Gazete ve Deterjan Şişesi

Çokuluslu süpermarketlerin bakkal amca düzenini yıkması ile tüketicilerimiz özgürleştiklerini sandılar. Koskocaman mağazalara gidip bakkal amcadaki tek çeşit ürün yerine, her üründen, rengarenk 10-15 çeşidin raflarda fiyat etiketleriyle birlikte yer almasını rekabete dayalı tercih özgürlüğü zannettik. Daha çok beğendiğimizi, ya da daha çok reklamı yapılanı, bazen de daha ucuz olduğunu sandığımızı tercih ettik. Paketin üzerindeki gramaja, ürünün içeriğine, raf ömrüne, üreten firmanın hangisi olduğuna bakmaksızın “özgürce” ürün seçimi yaptık.
Bunun en tipik örneğini deterjan şişelerinde yaşadık. Biraz dikkatli baktığımızda, farklı isimlerdeki deterjanların aynı firmalarca ya da en fazla iki firma tarafından üretilmiş olduğuna hiç bakmadık. Çoğu zaman gramaj oyunları ya da reklama dayalı tanınırlığa göre tercih yaptık. Özgürce alışveriş yaptığımızı düşünürken aldandık. Oysa mahallemizin bakkal amcası bize ürün tercihi sunmasa bile komşuluk ilişkileri ile daha doğru ürün sunuyordu.
Basın dünyasında da bakkal amca dönemi özellikle 1980 sonrasında süpermarket dönemine dönüştü. İkinci Meşrutiyetle birlikte özgürleşip gelişen basın hayatımızda gazete sahiplerinin esas işi gazetecilikti. Her gazete sahibi çekirdekten gazeteci olduğu gibi, kendine has bir dünya görüşü vardı. Köşe yazarlarından haber tekniğine, bulmacalarına kadar dünya görüşüne uygun davranırlardı. 1980’lere gelirken gazeteler yavaş yavaş işadamlarının, sanayicilerin ve giderek holdinglerin eline geçmeye başladı. Özellikle 12 Eylül darbesi sonrası gazete-holding bileşimine bir de banka eklendi.
Yeni bir döneme girmiştik ve basın hayatımız holdinglerin ve bağlı bankaların çıkarlarına göre hareket ediyor, özellikle devlet ihalelerine giriyorlarsa siyasal iktidarlarla iyi geçinmeye çalışıyordu. Bir süre sonra telsiz yasasını delerek yayın hayatına giren özel TV kanalları da bu zincire eklendi. Gazeteler ve TV kanalları zarar ediyor, ancak holding ve banka kârları bu zararı fazlasıyla kapatıyordu. Bu guruplar güçlendikçe zor durumdaki diğer gazeteleri de ele geçirdiler. Türkiye’de yayınlanan 20-30 gazete iki ya da üç gurubun eline geçmişti.
Aynı patron bir liberal, bir sağcı, bir de “solcu” gazete çıkarabiliyordu. Bunun dışında kadınlar, gençler, çocuklar, sporseverler için de daha özel gazeteler, dergiler çıkarabiliyordu. Bazen öyle günler yaşıyorduk ki isimleri ayrı gazetelerde haberleri aynı başlıklarla görüp hiç şaşırmıyorduk. Tıpkı süpermarketteki deterjan reyonunun önündeki tüketici gibiydik. Şişenin üzerinde hangi marka yazarsa yazsın, paramız aynı patrona gidiyor, aynı etken maddeyi satın alıyorduk. Bir gazetenin yazarlarıyla birlikte toptan el değiştirdiğini duyuyor, ancak okuduğumuz gazeteyi kolay değiştirmiyorduk.
Sonraları, siyasal iktidarın baskısıyla muhalefet eden köşe yazarlarının köşeleri, habercilerin işleri ellerinden alınıyor, gazete hizaya sokuluyor, halkın haber alma özgürlüğü yok ediliyordu. Tıpkı kullanma alışkanlığı yaratıldıktan sonra deterjanın içindeki etken maddenin azaltılıp aldatıcı parfümlerin ve sağlığa zararlı maddelerin artırılması gibi.
Basın özgürlüğü ile deterjan arasında bir başka benzerlik daha vardır ki gerçek özgür basın sayesinde toplumdaki pislikler teşhir edilip temizleniyor, siyasal iktidarların yolsuzluk ve pislikleri teşhir edildikten sonra bunları yapanlar toplumdan, siyasetten temizleniyordu.
Basının banka ve holdinglerin eline geçmesi ve dolayısıyla siyasal iktidarın denetimine girmesi sonrası gazete ve televizyonlarda deterjanlardaki parfüm kokusunun artması, etken maddelerin azaltılması gibi, yalan ve pembe haberlerin artırıldığını etkin yazarların azaltıldığını, giderek yok edildiğini gördük.
Şimdi Aydın Doğan’ın basın dünyasından çekilmek zorunda kalması karşısında hayıflanıyoruz. Evet, Doğan gurubu görece farklı bir sesti. Ama bırakın halkın haber alma özgürlüğünü, kendi yaşam özgürlüğünü koruyamayacak kadar korkak bir guruptu. Biz basın özgürlüğünü gazetecilikten gelme patronların güçlüklere göğüs gererek çıkardığı gazetelerimizi holdinglere kaptırdığımız gün yitirdik. Şu anda gazetecilikten gelme gerçek gazetecilerin gazeteleri Anadolu’nun küçük kent ve kasabalarında yaşam savaşı veriyor. Hiç değilse onlara sahip çıkalım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.