Deniz İnsanları

Yaz geldikten sonra başlayan ‘tatilde nereye gidelim’ kıvranmaları bir sahil kasabasında ya da bir tatil köyünde son bulur genelde.
Denizi berrak,  yemekleri güzel, sıcak suyu her daim akan, temiz ve mütevazi bir yer yeterlidir aslında tatil yapmak için. Önemli olan tebdil-i mekân eylemek değil midir zaten?
Havaların ani ısınmasıyla yüzme mevsimi (biraz geç de olsa) açıldı nihayet. Denizde mi yüzersiniz, havuzda mı bilemem ama mümkünse yüzün.
Havuz başında en cici bikinilerini giyerek, takıp takıştırıp, sürüp sürüştürüp arz-ı endam edenlerden olmayın. Deniz kıyısına kadar gelip de harıl harıl dantel örenlerden olmayın. Güneşlenen kadınları-kızları dikizlemek için bir köşede konuşlanan insanlardan olmayın.
Madem ki oradasınız, bırakın kendinizi suya. Yüzme bilmiyorsanız dahi suyun içinde olmanın serinliğini yaşayın.
Siz yüzün ki çocuğunuz da sudan ürkmesin. Suyu sevsin.
Annesinin ya da babasının kucağında güven içinde tanışsın suyla. İlk deneyimi hazırlıksız bir halde suya daldırılıp çıkartılmak olmasın.
Korku içinde çığlık çığlığa sudan kaçmaya çalışmasın. Zavallı çocuk sudan değil de kendisine reva görülen hareketten kaçıyordur aslında. Aniden ıslanmak ve üşümek bir yanda, nefessiz kalmak bir yanda, boğazını yakan tuzlu suları yutmak bir yanda. İlk deneyimini böyle yaşayan bir  çocuk bir daha denizi sevebilir mi?
Sıcaklar basınca denize gitme imkânı olmayan ailelerin çocukları ya derelerde ya da kanallarda serinlemeye çalışıyorlar. Maalesef ki her sene pek çok çocuğumuz buralarda boğularak can veriyor. Henüz birkaç gün önce 12 yaşındaki Yiğit oğlumuz Canbalı Deresi’nde yüzerken akıntıya kapılıp gitmedi mi? Yine gazetelerde Yiğit gibi boğulup giden nice canların haberlerini okuyacağız üzüntüyle. Sonra da unutacağız, ta ki bir dahaki seneye kadar.
Suyla erken yaşta tanışıp sudan korkmayan insan, aynı suyun ne kadar tehlikeli olabileceğini de çok iyi bilir. Çocuk yaşlarında sahilden ne kadar açılabildiğiyle övünmenin yerini, yaş ilerledikçe sahile paralel yüzmeler ve ayağını yerden kesmemeler alır. Ani bir kramp ya da küçük bir panik sonucu suyun dibini boylamak işten bile değildir. Kaldı ki son yıllarda kalp krizi yaşı bile bu kadar aşağılara çekilmişken…
Maddi durumu biraz iyice olanlar evlerine özel havuzlar yaptırırlar, havuzlu sitelerden ev almak isterler ya da. Kendileri ne kadar girerler o havuza bilmem. Çoğu ‘çocuklar eğlensin diye’ derler.
Evlerini havuzlarla süslerler de, eğer ki evde minik bir bebek varsa öncelikle ona suyun üzerinde kalabilmesini öğretmeyi düşünmezler.
Önlemi alınmadığı zaman havuz oldukça büyük tehlikedir aslında. Çevresine bariyerler çekmekle de bu tehlike bertaraf edilmez. Gazetelerde kendi evlerinin havuzuna düşerek boğulan çocukları da okumuşuzdur zaman zaman. Ha kanalda, ha derede, ha denizde, ha kendi evinin güvenli havuzunda. Giden hep ‘can’dır…
Oysa ki insan hayatının ilk aylarını yaşadığı annesinin rahminde de suyun içinde yüzmektedir. Suya yabancı değildir. O yüzden de suyun üzerinde durmasını son derece kolay öğrenebilir. Yeter ki doğru öğretilsin.
Bilinçli ve imkânları elveren aileler çocuklarını yüzme kurslarına kaydettiriyorlar. Bu kurslara gelen çocuklar bir bakıma şanslı olanlar. En azından işin doğrusunu temelden öğreniyorlar. Çocukluklarında bu şansı yakalayamamış olanların yüzüşleri ise daha sonra aldıkları derslerle dahi pek düzelmiyor.
Yüzmek, vücut organlarının birbiriyle uyumlu çalışmasını sağlayan müthiş bir senkronizasyon…
Eller, kollar, ayaklar, bacaklar, baş, karın ve en önemlisi de doğru nefes alış ile akciğerler, kalp ve diğer iç organlar… Birbiriyle bağlantılı bu hareketlilik sırasında zihin de daha fazla çalışıyor. O yüzden de otistiklere yüzme önerilir diye biliyorum.
Su bir yandan da insanın üzerindeki negatif elektriği alıp ruhuna sakinlik veriyor. Hâttâ yaralanma ve sakatlanma riski olmayan, bütün bedeni çalıştıran tek spor belki de.
Kulvar takılmış bir havuzda yüzmek keyiflidir de eğlence havuzlarında asla istediğiniz gibi yüzemezsiniz.
Denizde yüzmek ise bambaşkadır. Her kulaç atışta sularda oluşan hışırtıyı, suyun altındayken denizin sessizliğini dinlemeyi, yanımızdan umursamazca geçen ama yakalamak için bir hamle yaptığımızda aniden yön değiştirerek ok gibi fırlayıp kaçan balıkları, insana ürküntü veren yosunları özlemez mi insan? Sabahın erken saatlerinde gümüş gri, dingin, uyuyan bir deniz düşünün. Hakikaten de uyuyordur sanki. Sahile hafifçe dokunuşları da sessizce aldığı nefeslerdir.
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla yosunuyla deniz olunmalı oğlum der ya Nâzım Hikmet, işte o dediği denizlerden olmak ister insan.
İster de; her türlü atıkla kirletilmiş, üzerinde yüzen yağlı katranları zaman zaman sahile vurup sahili de batıran, balçığa dönüşmüş rengiyle dibi dahi görünmeyen, denizanası sürülerince istila edilmiş, ne balığı, ne de deniz kokusu kalmamış bir deniz olmak değil…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.