Demokrasi vitrininin tozunu almak

Onlarsız, olmazdı.

"Dosta düşmana ne denir?"di. "Türkiye'de, bir demokrasi olduğuna kimse inanmaz"dı.

“Orada, yargılamalar, avukatsız yapılıyormuş.” deyiverirlerdi.

Onlarla da, olmazdı.

Aman ha, olursa, -maazallah- Türkiye demokrasisinin, vitrinlik olmaktan çıkmasının yolu açılabilirdi.

Öcalan'ın 33 avukatının -ki çoğunluğunun KCK davasında da avukatlık yaptığını sanıyorum- tutuklanması; AKP'nin de, demokrasi vitrininin tozunu almaktan öte niyeti olmadığını gösteriyor.

 “Tiz kellesi vurula!…”

Türk filmlerinde, padişahlı hikayelerde çok duyduk; bu meşhur üç kelimeyi.

Adamı, Sultan'ın huzuruna yaka paça getirip; önüne çuval gibi fırlatırlar.

O da bu 'mel'una' bakıp, cezasını kesiverir.

Bu üç kelimeyi sarf eden padişah, aslında kendi kendine sorduğu sorulara, kendisi cevap vererek, sonunda yargıya varır.

“Bu adam, suç işlemiş midir? İşlememiş midir? … İşlemiştir.”

Demokrasi, bu iki soruyu soranlar ile yargıya ulaşan kişilerin birbirinden ayrıldığı rejim.

Yargı, “Suç işlenmiştir. Suçu işleyen zannımca budur.” diyen bir iddia eden (savcı), “Hayır. Suçu işleyen sanık değildir.” Ya da “Anılan eylem, suç değildir.” diyen bir savunan (avukat) ve bu ikisini dinleyip, gerçeğe ulaşmaya çalışan yargıçtan oluşur.

Bunlardan birisi yok ise, yargının ve tabiki demokrasinin varlığından söz etmek, boş lakırdı olur.

Avukatların yani savunmanın olmadığı bir yargının kararları; “tiz kellesi vurula”dan öte olabilir mi?

Türkiye'de demokrasi; Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren devletin halka sunduğu bir lütuf olageldi.

Tabi ki bu lütuf, demokrasinin tüm kanallarının halka açılması anlamında bir lütuf değildi.

Devletlular, böylesi geniş bir lütfun, gelecekte demokrasi lütfetme hak ve yetkisinin ellerinden alınması anlamına geleceğini çok iyi biliyorlardı.

Lütuf, sadece bir demokrasi vitrini oluşturmaktan ibaretti.

Avukatlara da, bu vitrinde konu mankeni olma rolü verildi.

Bu rolü üstlenmeyi reddeden avukatlar, ya duruşmalarda yok sayıldı, ya derdest edildi.

Üzücü olan, önemli bir kısım avukatın da, bu rolü kabullenmesi.

Bu son saydıklarım, Türkiye'nin vitrinlik demokrasisini, duruşma salonlarındaki isbat-ı vücudiyetleri ile meşrulaştırdılar. Yargılamanın avukat katılımıyla yapılıyormuş gibi görünmesine vesile oldular.

Avukatlar, sözde değil, özde bir yargının olmazsa olmaz parçaları.

Elbetteki kimse, avukatların peygamber olduklarını ve hiç suç işlemeyeceklerini iddia edemez.

Ama avukatlar haklarındaki soruşturmalar ve kovuşturmaların, yargıç ve savcıların yargılanma usulüne benzer şekilde yürütülmediği zaman, yargının meşruiyetinin, büyük yara alacağını, o soruşturma ve kovuşturmayı yürütenler, hesaba katmışlardır, umarım.

Bu vesile ile aklıma gelmişken,

AKP, son seçimlerde aldığı yüzde 50'lik desteğin; 88 yıllık demokrasi vitrininin tozunu alması için kendisine verildiğini sanıyorsa,

“Allah kendilerine akıl, fikir versin. Amin” derim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.