Çok idiler, az idik…

Anadolu’da çok yaygın anlatılır. Bazı topluluklar, rakip topluluğu kızdırmak için anlatır…
Çok havalı, her bakımdan donanımlı kişilerin gariban ve gösterişsiz kişiler karşısında bozguna uğraması durumunda anlatılır. Hikayeye göre fiyakalı bey, yanında tepeden tırnağa silahlı ve çok kalabalık adamları ile giderken 3-5 gariban eşkıya yollarını keser. Üzerlerinde ne varsa aldıkları gibi elbiselerini de alırlar. Üzerlerinde bir tek donları kalır. Fiyakaları bozulmuş, süngüsü düşük halde kasabalarına dönerler. Herkes merakla etraflarını alır.
Bey mahcup durumda kekeleyerek anlatmaya başlar:
-Çok idiler, var idiler 3-5 kişi. Az idik var idik 40-50 kişi. Efendiliği bozmadık. Donumuza kadar aldılar.
Etraftakiler merakla sormuş:
-Peki sizin eliniz armut mu topluyordu?
Bey kafası yerde yanıt vermiş:
-Hele bir donumuzu alsalardı. O zaman tepemiz bir atacaktı ki. Gösterecektik onlara…
Türkiye’nin Musul Konsolosluğundan rehin alınan görevlileri konusundaki tavrı biraz da bu hikayedeki Bey’e benziyor. AKP iktidarının koynunda besleyip büyüttüğü IŞİD teröristleri her halleri ile koskoca bir ülkeyi madara etti. 101 gün boyunca kedinin fare ile oynadığı gibi oynadı. Madara olmadık, ne Başbakan kaldı, ne Dışişleri, ne de MİT. Rezil olunmuş bir olay sonunda Başbakanın ağzından James Bond hikayeleri anlatıldı.
Rehineler karşılığında ne verildiğine ilişkin onlarca rivayet dolaşıyor. ABD’nin Türkiye’yi Suriye’ye müdahale koalisyonuna sokmak için kurtarmayı planladığı da söylentiler arasında.
En ilginci de Musul Konsolosluğundan rehin alınanların sayısı ile kurtarılanlar arasındaki sayısal fark. 101 gün boyunca “49 Yurttaşımız” yaygarası yapan yetkililer 46 görevliyi “kurtarıyor”. Sonradan öğreniyoruz ki Konsolosluktan rehin alınan 2 kişi “yerel unsurlardan” imiş. “Unsur” sözü ağlamaktan sorumlu Başbakan Yardımcısına ait. Bu arada 1 kişinin öldüğü söyleniyor. (Başbakan infaz sözcüğü geveledi) Ancak bu konuda hiçbir açıklama yok.
Türkiye, ülke olarak sayı saymasını bilmiyor. İnsanlarını karpuz gibi “tane” olarak sayan ilgililer, büyük Marmara depreminde kaç kişinin öldüğünü bilmiyor. 1 Mayıs 2003 tarihindeki Bingöl depreminde de ölülerimizi sayamadık. Soma’daki maden katliamında ölen işçilerimizi doğru sayabilmek için Enerji Bakanı günlerce nöbet tutmuştu. 3 yıl önce Uludere’de kaçağa giden köylülerin bombalanması sonucu ölen yurttaşlarımızı da yanlış saymıştık.
İnsanlarını insan saymayan bir yönetimin insanının sayısını şaşırmasından daha olağan ne var?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.