Çaresizlikten doğar çareler

İnsan nasıl da çaresiz kalır bazen.
Ne yana dönse, ne yapsa ne etse çıkamaz işin içinden.
Çaresizlikten debelendikçe daha da sarpa sarar işler.
Yardım almak ister çokça, bazen de yardım etmek.
Ne almaya vardır yolu, ne de etmeye…
Eli kolu bağlı oturur oturduğu yerde.
Sadece beklemektir yapacağı…
Ruhunda kasırgalar kopup içi içine sığmazken; sakin ve sabırlı bir bekleyişin ağırlığı altında ezilir an be an…
İnsanın en büyük çaresizliği doğaya karşıdır hep.
Hani hükmettiği sanıp da avucunun içine aldığı doğaya.
Avucunun içindeki doğa teslim olmaz ki yarattığına öyle ha deyince.
Sessiz durup bekler belki.
İçten içe güler hatta.
‘Sen öyle san’ der gibidir her dilsiz teslimiyette.
Sonra bir gün hiç ummadığın bir anda çıkar karşısına.
Alır elinden tüm gücünü ve o anda gücün verdiği kibirli hallerini yerle bir eder.
“Hani ne oldu gücüne?” der “Uyumlu ol benimle. Mücadele etme. Bak burada patron benim. Bırak kendini benim kollarıma. Demedim mi ben sana kaç kez, kaç kez uyarmadım mı hafiften, kaç kez işaret etmedim mi, ‘Dur! Bir Dur!’ demedim mi?” der…
“Dinlemedin. Şimdi çareyi beğenmediğin bende ararken ne kadar da çaresizsin. Karşı koyduğun ve kafa tuttuğun o ‘ben’, ben izin verdiğim kadar bulacaksın çareyi. Yoksa, yok….” der…
“İstemem senin çareni” deyip kafa tutmaya devam da edebilirsin.
“Ben ettim sen etme” deyip boyun da bükebilirsin…
Sana kalmış…
Diğer tüm sorunlarla bir şekilde başa çıkar zaten insan.
Yokluk, yoksunluk, zaman, mekân, gençlik, yaşlılık….
“Çaresizseniz, çare sizsiniz” denir onlar için en kestirme yoldan.
Öyle; çare çoğunlukla sizsinizdir, fakat ne yazık ki bazen hakikaten de çaresizsinizdir.
Ya da öyle hissedersiniz…
İnisiyatif dışında gelişen beklenmedik olaylar, dahil olunamasa da an be an izlenen vakalar…
‘Çarem ol gel’ dense gelemez, ‘çarem ol gel’ denilse gidilmez…
Çare sende midir değil midir o da bilinmez…
Merak, endişe ve korku içinde uzaktan izlemek ve beklemektir elden gelen…
Gelecek tek bir iyi bir habere bir ömür vermektir…
‘Neden oldu’ derken, bir yandan da ‘ne oldu’ları irdelemektir için için.
Sorgularken de bunalmamaktır, bunaltmamaktır.
Bir yandan da sorguladıklarının arasında kaybolmamaktır.
İşte esas zor olan da bu dengeyi iyi tutturmaktır…
Bu çaresizlikler içinde yüreğin yangın yeri iken tatlı serinliklerdeymiş gibi aheste salınıyorsan;
Ya da bedenin soğuktan donup buz tutuyor iken bahar esintisine kapılmış bir edayla uçuşuyorsan;
Kim ne bilir senin çaresizliğini sen kimselere hissettirmiyorsan…
Tüm sıkıntılarının nihayetinde ise yakardığın dualarından yarattığın merheminle hem kendini hem de çaresizliğini günden güne iyileştiriyorsan ve içindeki bu muhteşem güce hayran kalıyorsan, kim diyebilir sana çaresiz diye…
Hem unutma, çaresizlikten doğar çareler…
Belki de çare sandığın çare değil, çaresiz sandığın ise sandığın kadar çaresiz değildir…
Ne biliyorsun…?
Neyin doğru olduğunu sen ne biliyorsun?
Doğa demişti ya sana ‘işime burnunu sokma’ diye, bırak bakalım gitmesi gereken yol neresi ise gitsin kendi bildiğince…
Nasılsa sonunda döner gelir olması gereken yere…
Sen yeter ki sabır eyle…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.