Bugün Cumhuriyet’e vefa günü

Küçücük bir beylikten muhteşem bir imparatorluğa dönüşen Osmanlı Devleti, 600 küsur yıllık varlığının son günlerinde kurtlar sofrasında pay edilmekteydi.
Bir yanda savaşlardan bitap düşmüş bir halk, diğer yanda hazinesi boşalmış, borç batağında bir devlet. Sonuç olarak; itibarı elinden alınmış bir padişah ve artık eski gücü kalmamış, küçüldükçe küçülmüş bir imparatorluk…
İmparatorluğun halktan, halkın da imparatorluktan umudunu kestiği günler… “Osmanlı” tebaasından olmanın vasfını kaybettiği günler…
Yenilmiş ve ezilmiş bir halk, dağılmış bir ordu…
Ancak;
Artık “BİTTİ” denildiği anda açılan yeni bir sayfa, yazılan yeni bir tarih ve küllerinden doğan yeni bir devlet…
Bunu nasıl başardılar? Nasıl bir ruh oluşturdular ki onca yıkılmışlıklara rağmen, onca yokluklara rağmen her şeyin üstesinden gelebildiler…Kaybedecek bir şeyi kalmamış insanların can havliyle hayata tutunmaları değil midir bu?
Bu canlanmayı sağlayan, bu ateşi yakan kişi doğduğundan beri bu güne mi hazırlanıyordu? Hayatındaki bütün evreler onu adım adım bu yeni başlangıca mı getiriyordu?
“Mustafa Kemal” olmak O’nun kaderi miydi?
1923’de henüz 42 yaşında genç bir adamdı. Genç, kararlı, dinamik, ileriyi çok iyi görebilen, yenilikçi ve cesurdu… Birçok savaş görmüş, birçok memlekette yaşamış, farklı kültürleri gözlemlemiş, çok okumuş, çok dinlemiş, çok tartışmalarda bulunmuştu…
O; savaş meydanlarında askerî dehasını defalarca kanıtlamıştı da, şimdi onu tecrübeli olmadığı devlet adamlığı bekliyordu.
Gelişme, büyüme ve istikrarın sağlanması için, uluslararası ilişkilerde rejimin niteliğinin ne olduğu sorununun çözülmesi için, öncelikle ideal yönetim şeklinin tam olarak belirlenmesi ve kabul görmesi gerekiyordu.
Mustafa Kemal yeni yönetim şeklinin Cumhuriyet olmasını uygun buluyordu. Bunu arkadaşları ile paylaşarak gereken yasa tasarısını hazırlattı ve yapılan oylamalar sonucunda devletin yönetim şeklinin “Cumhuriyet”, devletin adının da “Türkiye Cumhuriyeti” olmasına karar verildi. Böylece 29 Ekim 1923’den Cumhuriyet ilân edildi.
Kurtuluş Savaşı’nın askerí ve siyasí zaferi, Cumhuriyet’in ilânı olmuştur.
Yüzyıllardır süren bir padişahlık düzeninden sonra bambaşka bir düzene geçebilmek, bu düzen içinde var olabilmek, gelişip büyüyebilmek, her alanda ilerleyebilmek inançsız ve güvençsiz insanların yapabileceği bir şey değildi…
Atatürk’ün açtığı bu yolda topyekún bir mücadele veren, silkelenip üzerlerindeki ataleti atan, yeni kurdukları vatanlarının devamlılığı için durmaksızın çalışan bu halk müthiş bir başarı göstermiş ve Cumhuriyetin ilk on yılına eşsiz zaferlerle girmişti.
Onların ilk senelerde gösterdikleri o heyecanlı büyümeyi bizler devam ettirebildik mi?
Onlar yurdu demir ağlarla ördüler de, biz o ağları ne kadar geliştirebildik?
İlk on yılın hızıyla devam etmesi gereken o gelişmeler nerelerde durakladı, nerelerde geriledi? Heyecanımızı ne zaman kaybettik? Balayı ne zaman bitti?
Ben kendi adıma; Onuncu Yıl Marşı’nı coşkuyla söylemeyi dahi içime yeterince sindiremiyorum. Bunu hak ettiğimi düşünmüyorum.
O marş, ülkeyi onuncu yıla başarıyla getirmiş olanların marşıdır.
Bizler o marşı sadece özel zamanlarda coşmak için söylüyor, tempo tutuyor, sonra da unutuyoruz. Ne öncesi var, ne de sonrası…
Aslında köklerimiz 700 yıl öncelerine kadar uzansa da sadece 87 yıllık toy bir devletiz biz. İçeriden ve dışarıdan yıkmaya çalışanların niyetlerinden asla vazgeçmedikleri bu devlet, her türlü zorluklara ve tahriklere rağmen hâlâ daha ayakta kalmayı başarabiliyorsa eğer, bunu sağlam temeller üzerine inşa edilmesine borçludur diyebiliriz.
Kurtarılması ve kurulması için çok büyük bedellerin ödendiği bu vatana sahip çıkmak, yaşatmak ve yüceltmek hepimizin birinci vazifesidir…
Kurtuluş ve kuruluş aşamasında en küçüğünden en büyüğüne emek veren, can veren her vatan evladına vefa borcudur…
Bunu hiçbir zaman unutmayalım, unutturmayalım.
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.