Bilgili-İlgili-Yetkili

Son yıllarda dilime dolanan, kimin söylediğini bilmediğim ama sıklıkla aklımdan geçirdiğim tekerleme gibi bir söz var:
“Bu memlekette bilgililer ilgisiz, ilgililer bilgisiz, yetkililer hem ilgisiz, hem bilgisiz.”
Bilginin ve dolayısıyla bilgilinin saf dışı bırakıldığı, kişilerin konulara dair bilgisi olmamasına rağmen sadece makamlara ilgisinin olmasının kâfi geldiği, bu bilgisiz ilginin de kendisini yetkili durumlara kadar yükseltebildiği garip bir memlekete dönüştük sonunda.
Bilgili insanlar, ilgilenmeleri gereken konularla ilgilenip bilgilerini sunmaz oldular.
İlgili insanlar, ilgilendikleri konularda bilgi sahibi olmaya gayret etmeyip bilgisizliği meziyet görür oldular.
Bilgisiz de olsa yoğun ilgilerinin sonucunda yetkili olan insanlarsa artık ne bilgiye ihtiyaç duyar, ne de ilgilenmeleri gereken sorumluluklarıyla ilgilenir oldular.
İnsanın her şeyi birden bilmesi elbette ki mümkün değil.
Belki ileride olacaktır ama henüz bellek kartlarıyla beynimize bilgi aktarımı yapamıyoruz.
O yüzden hâlâ okuyup araştırarak öğrenmek zorundayız.
Öğrenmeye ve bilgiye ulaşmaya hevesli olan kişiler sürekli bir öğrenme içindedirler.
Onlar için gerçek öğretici hayattır. Yaşadıkları her olaydan, okudukları her yazıdan, izledikleri her yayından kendilerine kattıklarıyla sürekli zenginleşirler.
Önceleri her şeyi bildiğini zanneder insan. Yaşadıkça ve öğrendikçe de bilgisizliğini fark eder. Bilmediği zamanlardaki konuşkanlıkları, öğrenmeye başladıktan sonraki suskunluklarına dönüşür. Bu da onu, bilgisini aktarması ve paylaşması gereken durumların uzağına düşürür.
Onun uzağa düşmesiyle oluşan boşluklarsa arkadan gelen yeterli ya da yetersiz kişiler tarafından hemen dolduruluverir.
Geçtiğimiz zamanlarda yaşanan seçimleri düşünün.
Biz oylarımızla ülke yönetiminde bizleri temsil etmeleri için bazı kişilere vekâlet veririz. Aday adaylarımız bizlerden o yetkiyi alabilmek için kendilerini bizlere anlatmaya çalışan yoğun günler geçirirler. Seçim sonuçlanana kadar da bize olan bu ilgileri devam eder.
Aslında mesele bu ilginin seçim sonuçlandıktan sonra da devam etmesidir.
Yoksa dereyi geçene kadar değil…
Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğuna inananlar talip olmalıdırlar bu görevlere. Vazifelerini lâyıkıyla yapmayacaklarsa, yapamayacaklarsa kendilerini bilmeli ve düzenlerini hiç bozmamalıdırlar.
Milletvekilliği başlıbaşına bir ‘kendini halka adama’ işi.
Geçim kapısı değil. Ek iş değil. İş Bulma Kurumu hiç değil…
Adı üzerinde, meclise girecek kişi milletin vekili olacak. Kendisine vekâlet verenlerin gözü-kulağı, ağzı dili olacak.
Kendisi ve yakın çevresinin çıkarları için makam peşinde koşan insanlardan çok sıkıldık.
Bal tutanın parmağını yalamasına göz yummalardan çok bunaldık.
Dünyada olup biten her ne varsa anında haberdar olan, dünyayla iç içe geçmiş nesiller var artık sokaklarda. Birbirleriyle olsun ya da halka hitap ederken olsun ağızlarından çıkanı kulağı duymayan, her an kavgaya hazır, her an azarlamaya yer arayan, halka tepeden bakan asabi insanlar onlara çok garip geliyor.
En vakur makamda otururken en olmaz şekilde kavgalar edebilen, birbirleriyle top yüzünden itişen çocuklarmış gibi davranan, yerlerini sindirememiş insanlara şaşırıyorlar.
Bazıları da onların bu tavırlarını kendilerine örnek alıp, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” mantığıyla karşılarına çıkan insanlara her türlü kötü muameleyi reva görebiliyorlar.
Tartışmanın da bir adabı olmalı deriz ya her zaman, onu bilebilmek de bir meziyet. Konuşmak kadar dinlemeyi bilmek ona keza.
Kendisine yanlış gelen bir durumda hakaretler yağdırmaya başlayarak yerinden fırlamak, karşı tarafa saldırmak, sille tokat birbirine girmek…
Bunlar mıdır olması gerekenler?
Yoksa o tartışmaları; sadece memleket menfaatine hangisinin faydalı olacağını belirlemek için yapılan münazaralar olarak görüp, kişiselleştirmemek midir?
Adayların seçtiği yol hangi yol olursa olsun, varacakları hedef devletin ve milletin refahı, bütünlüğü ve devamlılığı değil midir?
Seçimleri kazandıklarında mecliste, halkın huzurunda bütün bunların üzerine yemin etmezler mi?
Yemin esnasında iki ayağın da sabit durabilmesi için yemin edilen kürsünün zeminine ve yemin edeceklerin ayakkabılarına mıknatıs mı yerleştirmek lâzım acaba?
Biz artık; kendisini güncellemekten aciz eski model değil, ayaklarına mıknatıs yerleştirmek zorunda kalmayacağımız, bilgi ve ilgiyle donanmış yetkililer istiyoruz…
Olmaz mı?
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.