‘Bedelli’nin bedeli ‘ne’ olacak?

Çıksındı çıkmasındı, çıkacak mıydı çıkmayacak mıydı, çıkabilir de çıkmayabilir de gürültüsünün nihayetinde bedelli askerlik tasarısına çıkmış gözüyle bakabiliriz artık.
Bekleyeniyle beklemeyeniyle pek çok kişi bu durumdan faydalanıp, yapmadığı ya da yapamadığı askerlik borcunu bir şekilde yerine getirecek.
Bu durumdan faydalanamayanlarsa söylenip söylenip oturacak.
Hâttâ şimdiden bu söylenmeler başladı bile.
“Biz boşuna mı yaptık?” diyenler var.
Hayatında eşini bir kez bile aldatmamasına rağmen ihanete uğrayan tarafın yıllarca etmediği ihanetten dolayı kendisine kızması gibi bir şey bu. Zamanında yapamadığı herşeyden duyduğu pişmanlığı karşı tarafın yapabildiklerine olan öfkesine dönüşüyor haliyle. Adı da kıskançlık oluyor..
“Hep zengin çocukları kayırılıyor.” diyenler de var.
Evet biraz paraya dayanan bir iş bu. Gerçi parası olmayanlara da farklı kolaylıklar sağlanmaya çalışılmıyor değil.
Demek ki devletin insandan çok paraya ihtiyacı var.
Tabii umarız ki bu toplanan paralar gerçek hedefine ulaşır…
Depremzedeler naylon çadırlardan kurtulur, çocuklar zatürreden ya da yangından ölmez, askerliğini yapan çocuklar daha donanımlı hale getirilir.
“Yine olsa yine yaparım diyenler” ise askere sorgusuz sualsiz, koşa koşa gidenler. Onlar ne askerliğini yapmışlara, ne de yapmamışlara bakan, gidip vazifelerini yapıp dönenler.
****
Görüyorsunuz bedelli askerlik için talep de oldukça fazla. Anlaşılıyor ki memlekette zorunlu askerliği reddeden büyük bir çoğunluk var.
Neden reddettikleri tartışılır. Kendilerince sebepleri vardır nasılsa. Korka da bilirler, istemeye de bilirler, içlerine sindirememiş de olabilirler.
Belki de vatanlarına ve vatan savunmasına olan inançları dağlarda keklik gibi avlanmalarıyla sınırlı değildir.
Ha tabi avlananlar insan değil midir, tabii ki insandır. Hepsi bu vatanın evladıdır.
Bence bu avlanmalarda sorumluluğu olanlara ve bu insanları kolayca avlayabilenlere de iyi bir bakmak lâzım. Gençlerin ordularına ve devletlerine olan güvenlerini iyi bir sorgulamak lâzım. Ondan sonra oturup yargılamak lâzım.
Güven ve inanç demişken;
Atatürk’ün savaş alanlarında verdiği ve kayıtsız şartsız uygulanan dört emri hatırlatmak isterim.
Düşüncede, amaçta ve uygulamada çok büyük farkları olan, bu farklar sebebiyle yanıltarak birbirinin karşıtı gibi görünen dört kararı ve bu kararları ile ilgili dört emri şunlardır:
1- Çanakkale muharebeleri sırasında verdiği “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” emri.
2-Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra verdiği 100 km geriye, Sakarya doğusuna çekilme emri.
3-Sakarya Meydan Muharebesi sırasında verdiği “Her karış toprak vatandaş kanı ile sulanmadıkça terk edilemeyeceği” emri.
4-30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesinden sonra verdiği “Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emri.
Görüldüğü gibi, bu dört emrin her biri çok farklı uygulamalara yöneliktir. Dördü de şartların ve ihtiyaçların gerektirdiği çok zor tedbirlerdir.
Bu karar ve emirlerde kendisine ve emrini uygulayacaklara büyük bir güven, bilgi birikimi, deney zenginliği, ilkelere bağlılık, cesaret, askerî stratejinin gerekleri olan coğrafyaya (mekâna), zamana, kuvvete hâkimiyet vardır.
Askere gitmek istemeyenlerde bütün bu saydıklarımızdan bazıları eksik demek ki…
****
Şimdi “Bedelli” vesilesi ile bahanesi her ne olursa olsun askere gitmemiş olanların hepsi “vatan borcunu ödememiş insan” psikolojisinden bir nebze olsun arınacaklar.
Belli bir kesim de bedelli askerlik hakkından yararlanan bu insanlara “yarım insan” gözüyle bakacak.
Yani askerliğini yapmış her insana tam insan, yapmamış olanlara ise yarım insan diyecek…
Öyle mi?
Askerliğini yapmış ama dünya üzerinde etmediği kötülük kalmamış birisi “adam gibi adam”, askerliğini yapmamak dışında bir açığı bulunmayan insansa “adamdan” değil
Bir insanı nitelendirmek için yeterli bilgi “askerliğini yapıp yapmadığı” ise, o zaman herkes kolayca iyi ya da kötü diye ayrılabilir.
“Cumaya gitmiyorsan kâfirsin” diyenlerden pek farklı bir yaklaşım değil bu da…
Bakın farkındaysanız, bu durumdan yararlanacak insanlar alınan bu tavırlarla daha şimdiden tacize uğramaya başladılar.
Aslında bu haktan yararlanacak olanlara yapılacak olan baskılar bu hakkı verenlere yapılsa da böyle bir yasa çıkmasa daha doğru bir yaklaşım olmaz mıydı?
Askerlik çağı gelmiş her erkek okulundan-evinden-işinden teker teker toplansa ve silah altına alınsa. Böylece tartışılacak bu durum da başından hiç oluşmamış olsa.
Arz-talep meselesinin “talep” ayağı hiç önemsenmese, dolayısıyla da “arz” edilmese…
Ve;
“Bedelli”nin bedeli, insanların onurlarının ayaklar altına alınmasıyla ödetilmese….

 

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.