Bakalım siz okuyunca gözyaşlarınızı tutabilecek misiniz?

Kim yazdı belli değil!

Kim anlattı o da önemli değil!

Okuduğumda göz yaşlarıma hakim olamadım.

Çevremizde benzer durumda olanlar var çünkü….

***

Fox Televizyonu’nun Ankara’da İŞKUR önünde duran yurttaşlardan biriyle yaptığı söyleşide benzer bir dram ortaya çıkmadı mı?

İŞKUR önünde bir yandan iş arayıp, bir yandan çay satan Yusuf Derin’in gözyaşları içinde, “En son kızım, ‘Baba evde ekmek yok’ dedi. Çayı demledim, termosumu kaptım, buraya geldim” sözleri can yakıcıydı.

Bir diğeri, “Cebimde yol parası olmadığı için Mamak’tan Çankaya’ya (Ertuğrulgazi’den Heykel’e) yürüyerek geldim” demişti.

Neyse biz dönelim öykümüze:

“Kapı çaldı. Bir çocuk bir su bardağı uzattı. İftara bir saat kadar vardı. ‘Abla’ dedi, ‘annem çorbaya koyacakmış bir bardak pirinç’ istedi. ‘Tamam’ dedim ama merak ettim. ‘Sen kimin kızısın bakayım’ diye soruverdim. Üç ev aşağıda birileri taşınmıştı en alt kata. Orayı tarif etti. Pirinci verince de utandı, çekip hemen gitti.

Ertesi gün aynı saatte aynı kız yine geldi. Aynı bardak elinde aynı şeyleri söyledi. Para istese ya da koca bir tas ile gelse dilenci diyeceğim. Beni kandırıyor diye düşüneceğim . Ama bardak aynı, istenilen pirinç aynı. Verdim ama bu sefer ‘ben de seninle geleceğim’ dedim. Sokağa çıkmak da yasak bir an önce kimse görmeden varsak.

Müsaade isteyip evine girdim. Eskiden de bilirdim. Çocukken de girmiştim. Bir sofra vardı yerde. Etrafında iki çocuk daha beklemekte. Oturmuşlar sadece turşu koymuşlar. Dört de kaşık var. Korku ile bana garip garip bakıyorlar. Annesi çıktı mutfaktan geldi yanıma. Zaten 1+1 olan evde oturacak tek yer de sofra. ‘Hoş geldin abla’ dedi. Pirinç için teşekkür etti. ‘Çocuklar siz oturun’ dedim annelerinden dışarı kadar gelmesini istedim.

‘Hayırdır abla bu ne haldir? İki gündür bana gelip senin kız pirinç alıyor. Ama hep bir bardak, sonra gidiyor koşarak.’ Dedi ki: ‘Kardeşim, belki bilirsin geçen ay geldik biz bu eve. Diğer evden çıkardılar eşim vefat edince. Ben de ucuz diye burayı tuttum elde avuçta olan ile. Ama bu hastalık gelince, lokantadaki patron da hadi bakalım eve deyince, cebimdeki para da bitince kaldık işte ortada böylece. İlk akşam ev sahibine, sonra yandakine, olmadı diğer taraftakine vardık. Bir bardak pirinç için yalvardık. Yokmuş onlarda da. Verirlerdi sanırım olsa. Sonra size yolladım kızımı. Siz verince de içine katıp çorba yaptım salçalı. Pazartesi temizlik işi buldum ama bu akşam da sofra kurmadan uyumazlar asla. Ben de pilav yaparım dedim. Aynı kapıya umutsuzca kızımı gönderdim. Ne olur kızmayın söz pazartesi akşam vallahi ödeyeceğim.’

Eve vardım. Buzdolabını açtım. Kahvaltılıktan ete kadar ne varsa boşalttım. Bir baktım. Sokağa ekmek arabası da gelmiş. Ondan da pide ve ekmek aldım. Ezana 5 dakika kala evlerine varıp bıraktım.

O çocukların poşetleri açtıkça, açtıkları her şeyi sofraya koyduklarına şahit oldukça daha fazla durmayayım deyip evime doğru yol aldım. İftari açtık eşim ile. Sordu tabii. ‘Hanım pazartesi ben gider yine alırım. Ama gece sahura bari var mı bir şey’ dedi. ‘Makarna var, un var. Sen iste börek bile yaparım sana sabaha kadar’ dedim. Gülüştük, mutluyduk çünkü ekmeğimizi bölüşmüştük.

Eşim sabah ev sahibine varmış. Muhtardan bilgi almış. Bir iki yere de danışmış. Akşam üstü geldi dedi ki, ‘Hani biz bu sene ilk defa umreye gidecektik. Ama yasak geldi erteledik. Gittik sayalım mı? Umremizi Rabbime satalım mı?’

Anladım ne demek istediğini. Sarıldım ellerine ‘Allah senden razı olsun’ dedim. İçeriden bir zarf getirdim. Doldurduğum gibi gidip ablaya verdim. Çok da durmadım. İçim yanıyor olsa da onun sevinç gözyaşları ile rahatladım.

Neyse döndüm geldim eve. Eşim secdede, dua etmekte. ‘Sen öğleni kılmıştın. Bu ne namazı şimdi ben anlamadım’ diye sordum. Dedi ki, ‘Az önce umre namazını kıldım. Haydi sen de kıl da Allah’a kabul etsin diye yalvaralım…'”

***

Bu yazının dipnotu: Ankara-Keçiören’de oturan Yusuf Derin’e Mansur Yavaş’ın talimatıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi nakit desteği, gıda yardımı, çocuklarına kitap seti ve hediyeler verildi. Çok şükür ki, artık Ankaralıların parası Melih Gökçek dönemindeki gibi şehir merkezinin girişindeki çirkin kapılara, abuk sabuk heykellere ve fıskiyelere değil, işsizlere, garibanlara akıtılıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.