Avrupa-Amerika-Arap Hayranlığı ve Dostoyevski

İslam dünyası ve Doğu medeniyetleri altın çağını kapatıp neredeyse bin yıl sürecek olan karanlığa gömülürken, Avrupa ve Batı dünyası, Doğudan gelen ışıkla aydınlanmaya doğru gidiyordu. İslam dünyasının parlak dönemleri aracılığıyla ilk çağlardan gelen insanlık birikimi karanlıklar içinde yüzen Avrupa’yı yavaş yavaş aydınlatıyordu. İşte biz buna Rönesans diyoruz.
Avrupa, bir yandan kilisenin taassubunu kırıp bilgi ile donanırken, diğer yandan da yeni dünyanın keşfi ile zulüm birikimini yeni dünyanın gizemli halkları üzerine yağdırıyor, buradaki zenginlikleri çalarak ihtiyar kıtaya aktarıyordu. Aydınlanma ve yağma el ele yürüyor “medeni” Avrupa yağmasını medeniyet arkasına saklıyordu. Doğu halkları kendi geri kalmışlığının altında ezildiği için Avrupa’nın bu kanlı uygarlığını sorgulayamıyor büyük bir eziklik içinde zenginliklerini Avrupa önüne seriyordu.
Çin denizinden, Rusya’ya, Avrupa içlerine ve bütün İslam dünyasına kadar durum aynı idi. Avrupa hayranlığı bazen tüm Avrupa ülkelerine hayranlık, bazen de İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi bir ülkelere hayranlık şeklinde ortaya çıkıyordu. Görece daha iyi durumda olan Çarlık Rusya’sında da durum aynıydı. Bu durumu 19. ve 20. yüzyıllarda zirvesine ulaşan büyük Rus yazarları da saptıyordu.
Dünyanın en büyük yazarları arasında sayılan Dostoyevski “Delikanlı” adlı yapıtında bu acı durumu gözler önüne seriyor. Romanın kahramanı, bir Rus soylusu, Andrey Petroviç Versilov’un gayri meşru oğlu ve asıl adı Arkady Makaroviç Dolgorukiy olan delikanlı, kişiliğini bulmaya çalışmaktadır. Romandaki en çarpıcı sahnelerden birinde Versilov gayri meşru oğlu delikanlıya bir süre bulunduğu Avrupa’yı şöyle anlatmaktadır:
“Şu tuhaflığa bak dostum, her Fransız yalnız kendi Fransa’sına değil, bütün insanlığa da hizmet edebilir, ancak daha koyu bir Fransız olarak kalmak şartıyla bunu yapar, bir İngiliz, bir Alman da öyledir. Yalnız bir Rus, hatta zamanımızda bile, yani genel bilanço yapılmadan çok daha önce, koyu bir Avrupalı olduğu zaman, asıl koyu bir Rus olma yeteneğini elde etmiştir… Ruslar için Avrupa, Rusya kadar kıymetlidir. Oradaki her taş sevimli, kıymetlidir. Bizim için Avrupa da Rusya gibi bir vatandır. Ah, daha da fazla! Rusya’yı benden daha çok kimse sevmez; ama Venedik, Paris, Roma gibi yerlerin bilim sanat hazineleri ve bütün tarihleri benim için Rusya’dan daha cana yakındır. Ah, o eski yabancı taşlar, eski Tanrı dünyasının harikaları, kutsal harikalarının parçaları, hatta bunlar bile onlardan çok bizim için değerlidir… İşte hemen hemen yüzyıldan beri Rusya kendisi için değil, Avrupa için yaşıyor. Ya onlar?”
Aslında romanda baba Versilov’un ağzından Dostoyevski konuşmakta ve yüz elli yıl önceden adeta günümüz Türkiye’sini ve benzer ülkeleri anlatmaktadır. Ülkemizde de yüz elli yılı aşkın süredir bazı “aydınlar” kendi ülkelerinden çok Batı için yaşamaktadırlar. Onlar gün gelmiş bir Fransız aydınından çok Fransa’yı, İngiliz aydınından çok İngiltere’yi, Alman aydınından çok Almanya’yı düşünmüşlerdir. Oraların eski taşlarına hayran olmamız yetmemiş kendi tarihimizi, Bergama Sunağını ve benzerlerini olduğu gibi “hediye” etmişiz. Elli yıldır süren AB rüyamızın tek hedefi Avrupa’da işçi, ücretli köle olabilmek içindir.
Son 70 yıldır moda ABD aydınından çok ABD çıkarlarını düşünmektir. Türkiye’yi Türklere emanet edemeyecek kadar “düşünmektedirler”. “Aydınlarımız” çocuklarını, torunlarını ABD vatandaşı yapabilmek için eşlerinin (e ), çocuklarının doğumlarını oralarda yaptırmaktadır.
Bunlar yetmezmiş gibi şimdilerde başımıza bir de Arap hayranlığı çıkmıştır. Günümüzde halen Ortaçağ karanlığında yaşayan Araplar gibi olmak, onlar gibi yaşamak, onların hukukunu almak için çırpınanlar var. Arapları “medenileştirmek” adına onları Ortaçağ karanlığına hapseden Batı, bu ülkelerin yeraltı zenginliklerini yağmalamak için Arap dünyası ve hükümetlerinin geri kalmışlığını gerekçe gösteriyor. Bizdeki Batı ve ABD hayranları da şimdilerde hayran oldukları Arap ülkelerini daha iyi sömürebilmeleri için Batı ve ABD’ye “yardımcı” olabilmek için üstün “gayret” gösteriyorlar.
Batılı olmadan önce “biz” olmayı öğreten, uygarlığın, Batının özel mülkü, ayrıcalığı değil, tüm insanlığın ortak değeri olduğunu anlatan Mustafa Kemal Atatürk bu nedenle Batının hedefi oldu. Ne acıdır ki bunu öğretmeye çalıştığı ezilen dünya içindeki sözde İslamcıların da hedefinde oldu.
Türkiye benliğine sahip çıkabildiği gün bağımsızlığına da yeniden sahip çıkabilecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.