Atatürk, gör halimizi!

Eşsiz insan, dahi komutan, olağanüstü devrimci, büyük devlet adamı; bu gün 10 Kasım ya, huzuruna çıkarken insanlığımdan utanıyorum.
15 yılda gelinen noktadaki fotoğrafa baktığımda inanamıyorum, şaşkınlık yaşıyorum.
Seni dünya tanıdı; “Yeryüzünün en iyisi” dedi. Saygı duydu, önünde şapka çıkardı.
Biz kıymetini bilemedik. Sana sürekli ihanet ettik.
Özgürlük, bağımsızlık, barış ve uygarlıktan başka bir şey düşünmediğini anlayamadık.
Ne söylesen haklısın.
Kabul eder misin bilmiyorum; özür diliyorum, binlerce kez özür diliyorum.
Bütünleştiriciliğin çerçevesini; cumhuriyetçiliğin, halkçılığın, milliyetçiliğin, laikliğin, devletçiliğin, devrimciliğin oluşturduğunu göremedik.
Devrimlerin süreklilik gerektirdiğini ne yazık ki kavrayamadık.
Anlayacağın, bıraktığın değerlere sahip çıkamadık…
Belki de, amaçsız bekçiliği yeterli sandık, belki de çağdaş yaşamı hak etmedik. Taklitçilikle yetindik. Bol, bol heykellerini diktik. Devrimin özüne uymayan aymazlık içinde yan gelip yattık.
Bilerek mi yaptık ne? Atatürkçülüğün kalıplaşmasına adeta göz yumduk.
Sürecini tamamlamış kurumların yerini, çağın koşullarına uygun yenileyemedik..
Düzenin, düzencilerine alkış tutarken, idare-i maslahatçı olduk, omurgasız bir toplum yarattık. Ulusçuluk yerine, ümmetçiliği benimsedik. Biat kültürüne sarıldık ve köleliğe “Evet” dedik.
Koşulların değişeceğini ise hiç düşünmedik.
“Alın size özgürlük, alın size bağımsızlık. Çağdaş uluslar topluluğunun eşit bir üyesi olun. İnsan gibi yaşayın” dedin de, bir şey anlamadık.
Emperyalizme diz çöktürdüğünü ve evrensel bir model oluştururken, sömürge durumundaki mazlum milletlerin önünü açtığını görmek istemedik.
Pusulayı sapıtınca, yolunu belleyemedik, izini süremedik.
Büyük devletlerden yardım almayı onursuzluk sayardın ya, şimdi dilencilik övünç kaynağımız oldu..
Dağların, taşların, derelerin yabancılara satıldı, ovaların talan oldu.
Kurduğun kurumlar birer, birer kapatıldı.
Bayramlarına kutlama yasağı geldi.
Üzülerek belirtiyorum, içimiz kan ağlasa da, yüzümüzü Araplara döndük.
Dindar ve kindar kuşaklar yetiştirmek için milli eğitime, “4+4+4=başını ört” sistemi getirdik. Okulları medreseye dönüştürürken, kitaplarından adını kazıdık.
Demokrasiyi rafa kaldırdık. Özel yaşamımızı kontrol eden polis devleti kurduk.
TSK’ya çuval geçirdik.
Çanakkale’de, Anafartalar’da, Dumlupınar’da uğruna öldüğümüz ay yıldızlı bayrağımız yakıldı. Heykellerinle top oynadılar.
Çankaya düştü.
Milletine miras bıraktığın Atatürk Orman Çiftliği’ne “Kaçak Saray” yapıldı.
Misak-ı Milli sınırlarımızı delik deşik ettiler.
“Lozan” yırtıldı, “Sevr” hortladı.
Dahili ve harici bedhahlar sardı dört bir yanımızı. Cebren ve hile ile bütün kalelerimiz zapt edildi. İktidara sahip olanlar ise gaflet ve dalalet içinde.
Uykularım kaçıyor, diken üstünde yatıyorum sanki.
Hele, hele sizi aşağılamaya çalışmaları yok mu, yüreğimi yakıyor.
Biliyorum, sen de çok rahatsızsın ve “Eserlerim ortada, onları size bıraktım, bana gelmeyin” diyorsun.
Ve diyorsun ki; “Ne duruyorsunuz? Birinci vazifeniz, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”
Eşsiz insan, dahi komutan, olağanüstü devrimci, büyük devlet adamı, seni özlüyor, seni arıyoruz.
Sen, dağlarda fırtına,
Sen, ovalarda zeytin dalı,
Sen, denizlerde dalgasın.
Sen, ufukta güneş,
Sen, güneşte özlem,
Sen, özlemde vatansın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.