ANMA–ANLAMA– UYGARLAŞMA

10 KASIM DUYGULARINA, DÜŞÜNCEYİ KATMAK

10 Kasım’lar Türkiye Cumhuriyeti’de çok haklı olarak bir “YAS” günüdür. Kurtarıcı ve Kurucu

Önderi’ni yitirdiği gündür. Ulus olarak duygularımızı ve minnettarlığımızı sunmak boynumuzun borcudur. Sadece “Kurtarıcı Kahraman” kimliği ile sınırlı kalsaydı; tüm bunlar olağandı ve yeterliydi. Kahramanlar minnetle, şükran ve sadakatla anılırlar. Onlar halklarının gurur kaynağıdırlar. Onlar gelecek kuşaklara değer katarlar. Örnek olurlar.

Ancak GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK aynı zamanda bir “Kurucu Önder’dir”. Bu yönü

düşünüldüğünde duygu ve minnettarlığı akıl ve mantık etkinliği izlemelidir ki, kurulan cumhuriyetin niteliği kavranılmış olsun. Böyle günler tarihsel muhasebe ve muhakeme günleridir aynı zamanda.

GAZİ, sadece “CUMHURİYET” kurmadı. O’na anlam verdi. Yoksa bu cumhuriyetin İran Cumhuriyeti’nden, Saddam Cumhuriyetin’den, vb. Bir farkı olmazdı. Türkiye Cumhuriyeti, laik, sosyal, hukuk devletidir. Bireyin, eğitiminden, sağlığından, geçiminden, mal-can güvenliğinden sorumludur.

Türkiye CUMHURİYETİ’nin hedefi; “çağdaş uygarlık” düzeyinin üzerine çıkmaktır. Demokrasiyi,

Hukuk Devletini, Bilimin Rehberliğini, Felsefenin önemini, yurttaşlık bilincini içselleştirmiş demektir. Bu ruha sahip olmak demektir.

Türkiye Cumhuriyeti, ulus egemenliğine dayalı; ulusal devlettir.

Türkiye Cumhuriyeti, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Bu değerlerle donanmış insan çağımızın “AYDINI” ve “BİLGESİDİR”. Bu “AKLINI” özgürce ve yüreklice kullanma erginliğine erişmiş birey olmak demektir. Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme karşı kazanılan savaş sonucu kurulmuştur. Anti emperyalisttir. Ezilen halklara esin kaynağı olmuştur.

1919 — 1938 döneminde GAZİ’NİN, söylediklerini, yaptıklarını incelediğinizde bu yüce değerleri ve ufku görürsünüz. Bir kısmını gerçekleştirmiş olduğuna bir kısmını amaçladığına tanık olursunuz. Devrimin bu yönleri 1946’dan sonra giderek etkisizleştirilmiştir. Kahmanlıklarının övülmesiyle yetinilmiştir. Adeta ATATÜRK sevgisi ATATÜRKÇÜLÜĞÜN anlaşılmamasına alet edilmiştir. Devrim bilinci, yeni kuşaklara verilmemiştir. Kurtuluş Savaşı verdiğimiz emperyalizm, sosyal, kültürel ve her alanda geri dönmüştür. İçerde ise Cumhuriyet değerlerine adeta savaş açılmış kurumlar etkisizleştirilmiş ve içleri boşaltılmıştır. Karşı devrim süreci kendine yaraşır biçimde kör kütük yol almaktadır.

RTE’nin İbn-i Haldun Üniversitesi’nde yaptığı konuşma, 37 üniversitenin katılımıyla Kütahya DPÜ nurculuk sempozyumu, bunun can yakıcı örneğidir. Cumhuriyetin niteliklerinden rahatsızlık net ortaya koyulduktan sonra “fikri iktidar” olamamaktan yakınıyorlar. Fikirleri yok ki, iktidar olsunlar. Fikir, bilgi üzerine inşa edilir tartışılır aksi kanıtlanırsa değişir. üzerine inşa edilir tartışılır aksi kanıtlanırsa değişir. İnanç(din)ise teslim olmadır, değişmemektir, hatta bununla övünülür. İnançla, düşünceyi karıştırıyorlar bu da yeni değil bin yıldan fazla sürüp gelen şu değerlendirmelere biz göz atalım;

” … Sadece inanç sahibi olan; gelişmek ve değişmekten korkar inancını kaybederim diye.

” … ben öyle inanıyorum; öyleyse doğrudur…”

“…En son din, en insancıl evrensel mesaj, değişmeyen ama değiştiren hayat nizamı, büyük

kurtuluş reçetesi…” “…Müslümanlar İslâmı ve Kur’an’ı doğru anlasalar, Batıyı çoktan geride bırakır,

örnek toplumlar yaratırdık.

Bu ve buna benzer hayıflanmalar, yazıklanmalar sürüp gitmektedir. Çare olarak karşısındakini düşman ilan etmek, aşağılamak olarak görülmüştür. Kur’an’ın dili ana dili olanlar binbeşyüz yıl anlamamış ise durup düşünmek gerekmez mi? Bu günün gerçeği; müslümanlar ülkelerinden kaçtığında başka müslüman ülkeye gitmiyorlar. Ölüm pahasına “küffar diyarına” kaçıyorlar.

Tüm yaşamlarını, bilime, laikliğe ve demokrasiye karşı mücadeleye adamış kişiler. Yaşamlarının en büyük gayesi “laik cumhuriyeti” yıkmak olanlar; Şöyle yada böyle iktidar olduklarında yıkıcı olabilirler hatta yıkarlar da ama yerine koyacakları birşeyleri yoktur.

Çünkü düşünce sahibi değil inanç sahibidirler. İnanç ise; insanı, dünyayı ve evreni açıklayamaz. Anlam katabilir. Örneğin: yağmur çölde oldukları için rahmet (bereket) olarak anlam kazanmıştır. Ancak “yağmurun” nasıl yağdığına dair bir açıklama yoktur. Ancak Bilim nasıl yağdığına dair bir açıklama yoktur. Ancak Bilim açıklar. Din anlam verir, felsefe sorgulatır. İslâm Dünyası’nda, geri kalmışlığın nedenlerini, geri kalmışlığın nelere maal olduğunu ve kurtuluş yollarını Mustafa Kemal inceleyip çareler aramıştır.

“… Batı uygarlığı, dünyanın alın teri ve kanı üzerinde yükselmiştir…” diyerek tam bağımsızlığın önemini vurgulamıştır. Batının, kalkınma ve farklılaşma nedenlerini incelemiştir.

Ölümü üzerine birkaç görüş:

11 KASIM 1938 günü Türkiye’nin Londra Büyükelçiliğine M. D. Gurbette,

“…Modern tarihte, uluslararası sorunlarda Kemal Atatürk kadar akıldan ve zekâdan yana olan Bir başka sima tanımadım. Diktatörlerin kabadayılık ve sertlikle başardıkları veya başaramadıkları işleri, O, parlak zekâsını kullanarak başardı… Hemen hemen hiç üniformasız görünmeyen o onbaşılar, çavuşlar (Hitler, Mussolini) parlak bir general olduğu halde, törenlerde sivil giyiniyordu. Yine Londra’dan Prof. M. Grotheohl, Türkiye Büyük Bekçiliği’ne gönderdiği 11 Kasım 1938 başsağlığı

mektubunda ” Kadınlara oy hakkı kampanyasını savunmuş olduğum için kendi memleketimde hapse girmiş bir İngiliz olarak Türkiye Cumhurbaşkanının ölümü üzerine derin üzüntülerimi sunabilir miyim?

O’nun kendi ülkesinin kadınları için yaptıkları bütün dünyanın feministlerince ebediyyen minnetle

anılacaktır. Yaşasın Kemal ATATÜRK’ÜN “ÜLKÜLERİNE” dayanan Türkiye Cumhuriyeti.” Hint Yarımadası’nda(Hindistan, Pakistan, Bangladeş bir arada iken) tüm belediye meclisleri Bangladeş bir arada iken) tüm belediye meclisleri yayınladıkları bildirilerde özetle;

” … Doğunun Kahramanı, Batı Emperyalizminin yenilebileceğini öğreten önder” olarak nitelendirilmiştir. Bu örnekler çok çoğaltılabilir. Kendinin kendisinden sonraki görüşü ne? TBMM kürsüsünden “… İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal … İkinci Mustafa Kemal onu “ben” sözcüğü ile ifade edemem ; O, ben değil, bizdir! O, ülkenin her köşesinde yeni düşünce, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların düşünü temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O, Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” Evet, yaşaması ve başarılı olması gereken “MUSTAFA KEMAL” olmak için: ağıt mı yakalım? Yoksa GAZİ’NİN yaptığı gibi; akranlarından nasıl ve  neden farklılaştığını mı araştıralım? İnsana, dünyaya ve evrene nasıl baktığına mı bakalım? Sorunlara nasıl teşhis koyduğuna ve sorunları nasıl çözdüğüne mi bakalım?

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü anlamak ve düşünce dünyasını kavramak; MUSTAFA KEMAL’ler çıkarmanın başlangıcıdır.

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK taraftarı olmaktan çok ATATÜRK gibi düşünmeyi öğrenmeliyiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.