Açlık ve yardım

Şu yazıyı yazan ben ve okuyan her kim varsa; biz açlık nedir biliyor muyuz?
Ha; “Şimdi ramazan, sahur ve iftar arasında çok uzun bir zaman var, acıkıyoruz ve buna da açlık diyoruz” diyorsak biz hiç açlık çekmemişiz demektir.
Sahurda ne yesem düşüncesiyle uyuyup, iftarda ne yesem düşüncesiyle uyanan birisinin açlık çektiği düşünülemez değil mi?
Yoksulluğun ve kıtlığın sonucunda oluşmuş bir açlıktır gerçek açlık. Günlerce bir lokma ekmek yiyememektir. Günlerce bir yudum su içememektir. Eriyip tükenmektir. Ve hâttâ belki de ölmektir.
Ben kendimi bildim bileli dünyanın güney yarımküresindeki insanlar açlıktan ölmemek için mücadele veriyorlar. Yüzlerinde sinek dolaşan, bir deri bir kemik kalmış, annesinin kurumuş memesini ağzına alıp uzatmış, çaresiz gözlerle kameraya bakan çocuk fotoğraflarını kaç kez gördük.
Kim bilir o çocukların kaçı büyüdü, kaçı büyüyemedi…
O ülkelerde kendi insanlarını besleyecek tarımın yapılamamasındaki en büyük etken, üzerinde yaşadıkları toprakların bereketsizliği ve susuzluğu olsa gerek. Öte yandan iç savaşlar, etnik çatışmalar, doğal afetler sebebiyle insanların oradan oraya savrularak göç etmeleri, bir yerde sabit kalarak topraklarına sahip çıkamamaları da var. Kazanç olmayınca tarıma gereken özen de gösterilemiyor ve insanlar bindikleri dalı kesiyorlar. Kendi sonlarını kendileri hazırlıyorlar.
Dünya üzerinde herkese yetecek kadar yiyecek var aslında.
Sadece dağılım dengesiz. Bir kısım ülke obeziteden patlayacak hale gelmişken, yaşama amaçları sadece “yemek” olmuşken, bir kısım ülke de açlıktan her gün mütemadiyen ölüyor.
Tok ülkeler aç ülkelere yiyecek yardımı yaparak bir nebze olsun denge kurmaya çalışıyorlar belki ama dökme suyla dönen değirmen ne kadar düzgün dönebilir. Önemli olan devamlılığı sağlamak.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, art arda devrimlerin yapıldığı o ilk gelişme dönemlerinde “Köylü milletin efendisidir” diyerek tarıma dikkat çeken Atatürk’ü çok çok iyi anlamamız gerekiyor.
Ülke politikalarında öncelik her zaman gıda üretiminde olmalı. Gıda üretimi olmazsa, tarıma gereken önem verilmezse o zaman sanayinin ne anlamı kalır? Aç insanlar sanayi ürünleriyle mi karınlarını doyururlar?
Araba mı alırlar, deterjan mı, oyuncak mı, mobilya mı? Öncelik her zaman midenin dolu olmasındadır, arabanın deposunun dolu olmasında değil…
Bu minvalde toprak ve su her şeyin başlangıç noktası.
Bereketli toprakların otlaklarında beslenen hayvanlar ve o topraklarda yetişmiş ürünler insanların yaşama sebebi.
Onların işlenmesi ve sofralarımıza kadar ulaşmasıysa daha sonraki aşamalar.
Ekilecek toprakların imara açılarak talan edilmesiyse hangi mantığa sığar bilmem. Korkarım ki bunun sonu birbirimizi yemeye kadar gelip dayanacak.
“Türkiye Çöl Olmasın” diye canını dişine takarak çalışan insanlar da var da, o insanlara kim ne kadar kulak veriyor, kim ne kadar dinliyor, işte halimiz ortada. Ne yazık ki yurdumuz da içten içe çölleşmeye başladı…
Dünyada herkesin aynı gelir seviyesinde olması beklenemez elbette. Her ülke de aynı şartlara sahip değil. Bütün ülkelerde açlık çeken insanlar var. Kiminde daha az, kiminde daha çok.
Ve bu insanlara yapılan yardımlar var.
Bizim ülkemizde de muhtaçlara yardımlar dağıtılıyor.
Dağıtılıyor da, o dağıtım öyle bir yapılıyor ki, ortaya çıkan manzaradan utanmamak elde değil.
Dağıtımı yapanların iş bilmezliği bir yanda, hakkına razı olmayarak çok daha fazlasını kapma yarışına girenlerin hoyratlığı bir yanda derken dağıtım tam bir curcunaya ve rezalete dönüşüyor.
Oysa yardım yapmanın da bir özeni olmalı. Veren el, alan elin ruhunu mağdur etmemeli. Alan el de hakkına razı olup veren elin diğer muhtaçlara da uzanmasına izin vermeli.
Bu dağıtımlar ulu orta yerlerde yapılmak yerine belirlenen evlere tek tek teslim edilerek yapılamaz mı aslında? Yoksa o zaman yapılan o yardım diğer insanlar tarafından görülemez diye midir bütün bu gösteri?
İbadet de yardım da gizli yapılmaz mıydı hani? Hay Allah, onlar da mı değişti!!
Yüzyılın İyilik Hareketi bile “Kendine İyilik Hareketi”ne dönüşmüşken daha fazlasının olmasını beklemek de belki bizim hayalperestliğimiz.
Yardım toplama kampanyalarında toplanan yardımların ihtiyaç sahipleri yerine üç-beş kişinin kesesine girmiş olması insanların bu durumlara olan güvenlerini de sarstı. Nereye gideceğinden emin olmadıkları 1 kuruşu dahi vermekten sakınır oldular. Böylece bu yol da kendi kendisini kapatmış oldu.
İyiliksever, yardımsever, misafirperver, gönlü zengin insanlar azaldıkça azaldı. Onların yerine yaptığı her şeyi insanların gözüne sokan, kaşığıyla verip sapıyla çıkartan insanlar geldi oturdu. Üstelik yardımı alan taraf da bundan hicap duymak yerine daha beter arsızlaştı.
Ömer Seyfettin’in Diyet hikâyesindeki Koca Ali’nin öyküsünü hatırlarsınız belki.
Hacı Kasap gibilere lâyık olan cevabı verebilecek “koca yürekli” Koca Aliler kaldı mı dersiniz?
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.