A-aaa… Sahteymiş…

Gazetecinin görevi nedir?
Ya siyasi partilerin…?
Üniversitelerin…?
Meslek örgütlerinin…?
Gelişmeler, toplumu bekleyen tehlikeler karşısında kamuoyunu önceden uyarmak, bilgilendirmek değil midir?
Ne yazık ki AKP döneminde görevi toplumu aydınlatmak olan tüm kurumlar, grevlerinin tam tersine toplumu uyutmak, uyuşturmak, var olan bilgilerini karartmak için kullanıldı. Bazıları ise uyanmış olanları zindanlarda çürütebilecek sahte belgeleri onaylama görevini üstlendiler.
Bazı gerçekler kaçınılmaz şekilde ortaya çıktığında ise bunları ilk kez duymuşlar gibi ortaya çıkıp şaşkınlıklarını ifade ediyorlar. “Bizler sizlere yalan söyledik, kandırdık, gözlerinizi bağladık, kulaklarınızı tıkadık, dilinizi kopardık” diyemiyorlar.
Sanki yıllardan beri birtakım insanlar yüzlerce basın toplantısı, sokak gösterisi ile sesini duyurmaya çalışmamış gibi. Zindanlarda çürüyen yüzlerce aydın, yokmuş gibi. Onur intiharları olmamış gibi. Binlerce eve ateş düşmemiş gibi. Cezaevinde kahrolanlara ek olarak kahrından ölen yakınlarını son anında görememenin acısı yaşanmamış gibi.
Birkaç gündür gazeteler televizyonlar büyük bir sahtekarlıkla “habercilik” yapıyorlar.
“A-aaa… Balyoz davasındaki 5 numaralı Hard Diskteki bilgiler sahteymiş. Sonradan yüklenmiş. Hem de bu raporu TÜBİTAK vermiş”. Adama “günaydın” demezler mi?
Söz konusu diskteki bilgilerin gerçek olduğunu yıllar önce aynı TÜBİTAK söylemedi mi? Buna karşılık ülkenin bütün saygın üniversiteleri bu dijital verilerin sahte olduğunu söylemedi mi? Bunlar yetmedi, yurt dışından benzeri uzman bilirkişi raporları gelmedi mi?
Sahte dijital raporlarda mantığa aykırı 1500’den fazla hata olduğu günler boyu haykırılmadı mı?
Henüz kurulmamış şirketlerin isimleri, kurulmamış derneklerin, adları, verilmemiş sokak adları, trafiğe çıkmamış araçların plaka numaraları, henüz ortaokuldaki çocukların yıllar sonra gireceği üniversite ve fakültelerin adları ile bunların yıllar sonra gireceği fakültelerde fişlenecekleri, henüz yapılmamış bilgisayar programlarında icat edilmemiş harf karakterleriyle yazı yazmış olmalarını “paralel devlet” savcıları, hakimleri görmedi.
Ya siz?
On binlerce dolar maaş alan köşe yazarları, “acar” gazeteciler. Ya siz görmediniz mi? Muazzam bir arazide elleriyle konmuş gibi bulunan silahlar, yıllar önce gömüldüğü söylenen bu silahların sarılı olduğu birkaç gün öncesine ait gazeteler, bavul dolusu belgeler, gözaltına alınacak kişilerin evlerine polisten önce giden TV kameraları hiç dikkatinizi çekmedi mi?
AKP iktidarı tarafından ele geçirilen ilk kurumun TÜBİTAK olduğunu bu satırların yazarı bir dağ köyünde gördü de sizler göremediniz mi? Defalarca AKP iktidarını ele geçirme sırasını işledik. RTE’nin Başbakan olur olmaz yapısını bozup arkadan yasa dışı ele geçirdiği kurumun TÜBİTAK olduğunu, Adli Tıp, YÖK, üniversiteler, Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay, Danıştay’ın arkadan geldiğini, TÜBİTAK’ın Adli Tıbbın verdiği raporlarla ele geçirilmiş HSYK tarafından atanmış savcı yargıçlarla davaların sürdürüldüğünü, ardından Yargıtay’ın onadığını defalarca işledik.
Ne zaman ki AKP-cemaat kavgası başladı ve “paralel devlet” savcıları “devletlû” yöneticilerimizin yakınlarına dokundu, işte o zaman “kumpas” akıllarına geldi. Elbette ele geçirilmiş kurumlar arasında TÜBİTAK olduğu da akıllarına geldi.
Sahte dijital verilere “gerçek” damgası vuran TÜBİTAK’ın başına geçirilenler ne yazık ki meslektaşımız olduğu için Okyanus ötesine bağlı olduğunu biliyorduk. AKP iktidarının yararına o raporları verenlerin başında bulunanlar bir süre sonra kullanılıp atıldı. Şimdi bir kez daha değişiklik yapıyorlar.
Bizim basınımız da büyük bir keşif yapıp TÜBİTAK’taki rezaleti “ortaya çıkarıyor”
Bu olayla basınımızın “aklı başına geldi” diyebilir miyiz?
TÜBİTAK raporlarındaki rezaletin anlatıldığı gün Başbakan İstanbul’da bir ilçenin Belediye Başkan adayını açıklıyordu. Bu nedenle yapılan töreni devletin Kablo TV sistemi üzerinden yayın yapan 49 kanaldan tam 11’i yayın keserek canlı yayınlıyordu. Ne kadar da büyük bir olay(!) Eğer cemaat ile kavga çıkmasaydı en az 5 kanal daha canlı yayın yapardı.
TÜBİTAK’taki rapor rezaletini basınımız görmüş değildir. Bugün AKP iktidarının böyle bir rezaletin ortaya çıkmasına gereksinimi vardır ve durum bundan ibarettir.
Bir gerçeği yıllarca görmezden gelip, yıllar sonra görenlere gazeteci denmez. Yıllar sonra yazdıkları için “tarihçi” desek var olan birkaç gerçek tarihçiye ayıp olur.
Olsa olsa sahtekâr denir…
Not: Bu arada Ana Muhalefet partimizin liderinin de aklı başına yeni geldi. Az sayıda gerçek milletvekilinin ısrarlı takibi görmezden gelindiği gibi neredeyse “hain” ilan edildi. Bu konuyu ayrıca ele alacağız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.