DEMOKRASİ Mİ? HALİFELİK Mİ?**


ÇAĞDAŞ HUKUK DEVLETİ Mİ?
TEOKRASİ Mİ?
Türkiye Cumhuriyeti’nde, Ayasofya’nın ibadete
açılmasıyla beraber hemen gündeme “HALİFELİK”
tartışması geldi. Daha sonra “HARF DEVRİMİ” sıraya
girdi. Görünen o ki,
“ATATÜRK DEVRİMLERİNİN”
kurumsal yapısı ve düşünsel yapısı tartışmaya açılıp
değiştirme girişimleri sürecektir. Bu girişimler üzerinde
düşünüldüğünde ilk akla gelenler;

  • Can yakıcı sorunları tartışmaktan ve
    sorgulamaktan toplumun dikkatini başka yöne çekme
    çabası mı?
  • Yeterli güce ulaştıklarını düşünüp gerçek
    gündemlerini açığa vurma ve yeni tarihsel öykülerini
    yazma zamanın geldiğine inanmaları mı? ( yoksa her
    ikisi de mi?).
    Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ve Başdanışmanı
    İbrahim Kalın’ın paylaşımı şöyle:
    “Bize yüzelli yıldır modernleşme adı altında
    başkalarının hikayeleri anlatıldı.Artık kendi hikayemizi
    yazma zamanı geldi.”
    Yüzelli yıl gerisi 1870′ tir. O tarihten bu yana:
  • 1. ve 2. Meşrutiyet dönemi yaşandı.
  • ilk Anayasamız yürürlüğe girdi. Anayasalar, keyfi
    yönetime ve sınırsız yetkiye sahip yöneticilere son
    verme amacıyla var olmuştur.
  • Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, 1. Dünya
    Savaşı, Ulusal Kurtuluş Savaşı, Lozan Antlaşması.
    Savaşı, Ulusal Kurtuluş Savaşı, Lozan Antlaşması.
  • Cumhuriyetin ilanı ve Devrim Süreci
    Bu süreci başkalarının hikayesi olarak görmek; bu
    sürecin düşünsel yapısını inkâr demektir. Yani ” Karşı
    Devrim” demektir.
    Kendi hikayesi diye kabullendiği dönemde:
    *1839 Tanzimat Fermanı, gayri müslim ve
    Levantenlerin ( Osmanlı da yaşayan yabancılar)
    haklarını düzenleyen bir fermandır.
    *1856 İslahat Fermanı Gayr-ı Müslim ve Levantenleri
    ayrıcalıklı duruma getiren bir germandır.
    Ayrıca, 1856 Paris Antlaşması ile “Osmanlı
    Devleti’nin toprak bütünlüğü; Batılı devletlerin
    güvencesindedir.” Gibi bir madde kabul edilmiştir.
    Kaderini ve geleceğini Batılı devletlerin merhametine
    bırakılmış demektir.
    Ve tabii 150 yıl öncesi “Anayasa”nın olmadığı
    dömem ve imrendikleri “halifeli” dönem.
    Onsekiz yıl boyunca tüm bu yaşananları gerek
    kaygısal bir tepki olarak gerekse bir öngörü olarak
    yazıp, söyleyenleri “laikçi teyze”
    ,
    ” dinazor”
    ,
    “niyet
    okuyucu”
    ,
    “jakoben”
    ,
    “darbe sevici”
    ,
    “vesayetçi”
    vb. nitelemelerle itham ettiler. Hatta kendilerince
    aşağıladılar. Bunları yapanlar AB yanlısı ve liberal
    demokrat , liberal sol olarak kendilerini tanımlıyorlardı
    hem de şişinerek. Kendilerini Türkiye’nin düşünce
    merkezi hatta doruğu olarak görüyorlardı. Vazgeçilmez
    sanıyorlardı kendilerini. “… yetmez ama evetçi…”
    çilerdi. II.Cumhuriyetçilerdi. Sonuç mu?
    Koskocaman bir kullanılmışlıktır. Ya çöpte
    Koskocaman bir kullanılmışlıktır. Ya çöpte
    bir mendil ya da hapiste bir mahkum oldular. Ya da
    köşelerinde suspus, süklüm büklüm oturuyorlar.
    Bazıları da hiç bir şey olmamış gibi yazı yazıyorlar.
    Ortak özellikleri mi?
    “U T A N M A Z L I K”
    “K U L L A N I L A B İ L İ R L İ K”
    Bunların durumu tarihsel anlamda birer ibretlik
    vaka. Düşünsel çoraklık tarihsel bilinçten yoksunluk,
    ATATÜRK düşmanlığının getirdiği çaresizlik, banka
    hesabının rakamları zaafıdır.
    Yönetme iradesine sahip olanlar, rejimle sorunu
    yoksa çapları oranında yönetirler.
    Rejimle sorunu olanlar, rejimi değiştirebilmek için
    önce rejimin kurumlarını işlevsiz hale getirerek rejimi
    değiştirmeyi meşru ve gerekliymiş gibi algı yaratırlar.
    Kutsal saydıkları amaca yürürken her şey mübahtır.
    Kutsal yalan, etrafında destekçilerini kümelendirirler;
    sorgulama yoktur. İlk önce yerli ve yabancı destek
    unsurlarını ve işbirlikçilerini oluştururlar. Yerlilere bir
    üstte değindim. Yabancıların hedefinin ise ” SEVR
    ANTLAŞMASI” ( 10 Ağustos 1920 imzalandığında
    devletin en yetkilisinin ünvanı HALİFE idi) olduğu da
    anlaşılmıştır. Açık açık dillendirilen ve özenilen bu
    ünvanı “HALİFE” her yönüyle irdelemeye çalışalım.
    H A L İ F E VE H A L İ F E L İ K
  • Halife ne zaman, nasıl, Ortaya çıktı?
  • İlk ortaya çıkan sonuçları nelerdir?
  • Tarihsel süreçte nasıl gelişme gösterdi?
  • Tarihsel süreçte nasıl gelişme gösterdi?
  • Halifelik siyasal bir kurum mu? yoksa dinsel bir
    kurum mu?
  • Ve Türkiye Cumhuriyeti halifeliği neden
    kaldırdı.?
    Bu sorular ışığında konuyu irdelemeye çalışalım.
    Önce tanımlar;
    **Halef: (birinin) yerini tutan, ard gelen
    **Halife: Hz.Muhammed peygamberin yerine,
    vekili olarak geçen (adam). İslâmların din başkanı
    ** Halifelik: Halife ile yönetilen sistem.
    İslam Peygamberi sağlığında devletin yönetimi
    ve devlet yöneneticisinin seçimiyle ilgili hiçbir kural
    ve tavsiye bırakmamıştır. Bu konuda hiçbir tartışma
    yoktur. Ayet,Hadis ve Sünnetlerden yorumlar
    yapılmaktadır. Devleti yönetme gücüne sahip olan;
    Ayet, Hadis ve Sünneti kendine göre yorumlamıştır.
    Ya da dinsel otorinin böyle yorumlamasını sağlamıştır.
    Bu yorum farklılıkları nerelere varacaktır; aşağıda
    değinilecektir.
    İslam Peygamberi’nin vefat etmezden önce iki
    önemli görevi vardı.
    1- Peygamber; bir devlet kurucusu ve yöneticisi
    idi (araplar o zamana kadar kabileler halinde
    yaşıyorlardı, merkezi bir devletleri yoktu. Toplum bilinci
    yoktu. Hâlâ ulus bilincine ulaşamadılar).
    2- Aynı zamanda “islâm” dinini tebliğ ediyordu.
    Yani “ALLAH’IN ELÇİSİ” idi.
    Vefatıyla beraber büyük bir boşluk doğmuştur.
    Yerine gelecek kişinin seçimi o derecede de önemlidir.
    Seçimin yapılma zamanı ile seçimin yapılma yöntemi
    Seçimin yapılma zamanı ile seçimin yapılma yöntemi
    günümüze kadar gelen ayrılıkların zeminini hazırladı.
    Şöyle ki,
    Daha peygamberin cenazesi kalkmadan seçimin
    yapılması,
    Peygamber, pazartesi vefat etmiş ancak çarşamba
    17 kişi ile cenazesi kaldırılmıştır. Hz. Ali cenaze
    işleriyle ilgilenmiş aynı zamanda cenaze namazını da
    kıldırmıştır. Seçim ise pazartesi yapılmıştır.
    Seçim,
    Yer: Beni Saide Gölgeliği
    Seçimi yapanlar;
  • Hz. Ebu Bekir
    *Hz. Ömer
    Ensardan (Medineli)
  • Hazrec Kabilesi Reisi, Sad b. Ubâde
  • Evs Kabilesi Reisi, Ebu Ubeyde b. Cerrah
    Görüldüğü gibi dört kişinin söz sahibi olduğu
    seçimde Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in yerine vekil
    ( halife)seçilmiştir. Beraberinde çok büyük tartışmayı
    da getirmiştir.
    Bir kısım;
    Peygamberin cenazesi kalkmadan ve onun en
    yakını Hz. Ali’nin cenaze işleriyle uğraşırken ve Hz.
    Ali’nin görüşü alınmadan bu seçimin yapılmasını
    doğru bulmadılar. Peygamberin vekilliğine Hz. Ali,
    layıktır, O’nun hakkıdır. O’na haksızlık yapıldı diyenlere;
    Ali yanlısı ve sevenleri anlamında Şia(şii), Alevi
    denilecektir.
    Seçimde sorun görmeyenlere tarih içinde “sünni”
    Seçimde sorun görmeyenlere tarih içinde “sünni”
    denecektir.
    Bugün Şii — Sünni ayrılığı ve çatışmasının kaynağı
    burasıdır.
    Sıffin Savaşı’ında Hz. Ali’nin tutumunu
    onaylamayan bir takım Hz.Ali yanlısı kabileler ayrılarak
    “Hariciler” adıyla İslam dünyasında üçüncü kolu
    oluşturacaklardır.Hariciler, Hz. Ali, Muaviye ve Amr
    b.As öldürülmesi kararı alırlar. Sadece Hz. Ali öldürülür.
    Diğerleri iyi korunuyorlar.
    Şiiler ve Sünniler zaman içinde yirmişer kola
    bölüneceklerdir. Hariciler on kola bölüneceklerdir.
    Şiiler ve Hariciler hiçbir dönemde sünni halifeye
    biat etmemiştir. Hz. Fatıma ve Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’e
    biat etmemiştir.
    HALİFE TÜM İSLÂM ALEMİNİN LİDERİDİR.
    Bu tarihin en büyük yalanlarındandır. Burada en
    temel ve en can alıcı soru “HALİFE”nin görevi dinsel
    midir? Siyasal mıdır?
    “Diyanet başka, siyaset başkadır.”
    İmam Maturidi
    “Beylik dediğin ancak yasa ile ayakta durur. Dinin dünya
    ile birleştirilmesi güçtür. “
    Kutadgu-Bilig’ten, Yusuf Has Hacib
    Dini denirse; peygamberin vefatıyla ayet, sünnet
    ve hadis kapanmıştır. Bilindiği gibi hadis ve sünnet
    ve hadis kapanmıştır. Bilindiği gibi hadis ve sünnet
    konusunun güvenilirliği tatışıldığı bir gerçektir.
    Devlet şeriata göre yönetilmelidir. Dendiğinde: yani
    islam hukukuna göre yönetilmelidir.
    Kısaca ” ŞERİAT” tüm yasalarını doğrudan
    doğruya ayet, sünnet ve hadisten almaz, alamaz
    yeterli değildir. Ulemanın yorumlarından oluşur.
    Şer-i Hukuk’un %79’u ulemanın yorumlarından
    oluşur.
    (19 Mayıs Üni. İlahiyat Fak.Yn. ve Muhammed
    Hamidullah)
    ” Yönetme Gücüne” sahip olan; Halife, Sultan,
    Padişah vb. hangi ünvanda olursa olsun;
    Fermanlar incelendiğinde şer-i hukuktan ziyade
    örfi hukuka dayanır. (Osmanlı Devleti’nde, de şer-i
    hukuk sadece toplumsal alanda uygulanırdı) Savaş gibi
    çok önemli konularda dinsel otoriteden “fetva” alınırdı.
    Bu fetva hep alınmıştır. Çünkü siyasal güce sahip olan,
    dinsel gücü de yönetirdi.
    Fatih Sultan Mehmed’e, Ak Şemseddin’in direndiği
    örneği verilir. Ama sonucunu söylenmez.
    Ak Şemseddin,Bursa’ya sürgün edilmiştir.
    Halifelik sürecinin,dinsel mi? Siyasal mı? Olduğu
    kanaatine katkı sağlamak amacıyla tarihten birkaç
    örnek:
  • ilk dört halifeden üçü öldürülmüştür( 3.halife
    Osman’ın ki, tam bir facia ve vahşettir. Cenazesi
    uzun süre kaldırılamamış ve yahudi mezarlığına
    gömülebilmiştir).
  • Emevi( ümeyye) Ailesi, halifeliği saltanatına
  • Emevi( ümeyye) Ailesi, halifeliği saltanatına
    çevirmiştir. Bazıları “Halifetullah” ( ALLAH’IN temsilcisi)
    ünvanını bile kullanmıştır.
  • Peygamberin torunu; Hz.Hüseyin’nin başına (Kerbela
    olayı) gelenler bir “halife emriyle gerçekleşmiştir.
  • İmam-ı Azam Ebu Hanife, halife emriyle işkenceler
    sonucu öldürülmüştür. Halife kendisine üst düzey
    görev teklif eder. ” … kabul edersem eleştiremem.
    Tarafsız olamam …” dediği ve görevi kabul etmediği
    için.
  • İslam dünyasında aynı zaman diliminde üç halife
    hüküm sürmüştür (Abbasi D. Bağdat), (Fatımi D. Mısır),
    Endülüs Emevi D. İspanya) gibi.
  • 1517 Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı feth eder. Halifelik
    Osman Devleti’ne geçer. Kutsal Emanetler İstanbul’a
    getirilir. Hep bilinen tarihi söylemdir. Ayrıntısı uzundur
    zira Haifelik Yavuz’un umurunda bile değildir.
    Sultan Selim, Hadimu’l-Harameyni’ş-şerifeyn
    ünvanını kullanır.Halife ünvanını kullanmaz.
  • Osmanlı Padişahları, devletin güçlü olduğu
    dönemlerde Halife ünvanını kullanmadılar.
  • 1774 Yılında Osmanlı Devleti’nin en onur kırıcı
    antlaşmalarından biri olan “Küçük Kaynarca
    Antlaşması” nı Ruslarla imzaladı. Kırım elden çıktı.
    Padişah Kırım müslümanlarının dini bağı olması
    amacıyla bu ünvanı kullandı. O tarihten sonra Halife
    amacıyla bu ünvanı kullandı. O tarihten sonra Halife
    ünvanı kullanıldı.
    Bilindiği üzere en bilineni 1. Dünya Savaşı,
    başladığında Osmanlı Halifesi “Cihad-ı Ekber” fetvası
    yayınladı. Yani tüm müslümanları İtilaf Devletleri ile
    savaşa çağırdı. Sonucu gayet iyi bilinir.
    Ulusal Kurtuluş Savaşı’ nda Halife ve Şeyhülislam
    fetvaları da hepimizin hafızasındadır.
    1 Kasım 1922 saltanat ve hilafet birbirinden
    yasayla ayrıldı. Saltanat kaldırıldı. Vahideddin, sadece
    halife olarak kaldı. Yani yönetme yetkisi elinden
    alındı. Sadece dini ünvan kendisinde kaldı. Ancak
    Vahideddin 17 Kasım 1922 de İngilizlere sığınır. 18
    Kasım 1922 de TBMM Abdülmecid’i Halife seçer.
    Kendisiyle sözlü olarak uzlaşılır. Hiçbir siyasal etkinlikte
    bulunmayacaktır.
    Çok geçmeden tüm “CUMHURİYET” muhalifleri
    çevresinde yuvalanır. Halife Abdülmecid bunlardan
    etkilenir. Basına siyasal demeçler vermeye başlar.
    Muhaliflerle görüşmeler yapar. Yabancı devletlerin
    elçilerini kabul eder. Devlet başkanı gibi davranır.
    İngiltere ve destekçileri Başkent Ankara
    olmasına rağmen elçiliklerini Ankara’ya 1930 yılına
    kadar taşımadılar. Rejimin yaşayacağına inanmadılar.
    Cumhuriyete muhalif olanları hep desteklediler. Bazen
    bu destekler ayaklanma kışkırtıcılığına kadar uzandı.
    Türkiye Cumhuriyeti iki başlı bir görünüm içine girdi.
    Ankara — İstanbul, Başkentlik
    Ankara — İstanbul, Başkentlik
    Bir yanda Cumhurbaşkanı — bir yanda Halife
    İki başlı devlet görüntüsü oluştu.
    Buna bir de Hint müslüman cemaat liderlerinin
    Halife hakkında hükümete eleştiride bulununca
    bardağı taşıran son damla oldu. Ülkenin en önemli
    sorunu “Halife” oldu
    ( ki bunlardan Emir Ali’nin, İngiliz ajanı olduğu da
    belgelenmiştir. Diğerleri de İngiltere’de yaşıyorlardı)
    Gazi Mustafa Kemal, uzun bir yurt gezisine çıkar
    ve Halifeliğin durumunu halkıyla paylaşır.Halifelik bir
    oldu bittiyle kaldırılmaz. Hem yurt gezisinde nedenleri
    anlatılır. Hem TBMM’de özgürce tartışılır.
    Halifeliğin kaldırılışı TBMM’de en demokratik
    biçimde konuşulmuştur.
    Gazi Mustafa Kemal’in, TBMM’inde yaptığı
    konuşma çok etkilidir. Bir din bilgini gibi İslâm Tarihi’ni
    özetler. Halifeliğin hem dini hem siyasal yanını
    ayrıntılı bir biçimde anlatır. Bu tutumu TBMM’de hem
    hayranlık,hem kıskançlık, hem de, öfkeyle karşılanır.
    Çünkü bir din alimi gibi ikna eder. Karşılarında en zayıf
    noktası sandıkları bu alanda da donanımlı olduğunu
    görürler ( insan boşuna DAHİ olmaz).
    Okuduğu kitaplar tasnif edildiğinde İslâm Dini ile
    ilgi 161 kitap okuduğu görülür.
    (Prof. Dr. Şerafettin Turan)
    Adalet Bakanı, İstanbul Üniversitesi öğretim
    üyesi Seyit Bey(din alimidir) “… Halifelik sorununun
    dinsel olmaktan çok dünyaya ilişkin bulunduğunu ve
    dinsel olmaktan çok dünyaya ilişkin bulunduğunu ve
    bir inanç sorunu olmayıp ulusa ait bir hukuk ve kamu
    işlerinden sayıldığını belirterek şunu vurgulamıştı:
    “HALİFELİK HÜKÜMET DEMEMTİR.”
    Arkasından her halifenin “imam” olduğunu fakat
    her imamın halife olmadığını ve Halifeliğin koşullarını,
    halife seçiminin nasıl yapılacağını belirten bir hadis
    bulunmadığını, bu konuda ileri sürülen görüşlerin
    çok sonraları ortaya çıktığını hatırlatmıştı….Seyit
    Bey, İslam bilginlerinin Osmanlı padişahlarına
    halife demediklerine, dahası son dönemlere kadar
    medreselerde okutulan fıkıh kitaplarında ” İmamın
    peygamberin kabilesi olan Kureyş’ten olması”
    gerektiğinin yazıldığına dikkatleri çekmiş ” Halifelik
    halifelik diye çökmüş yoksullaşmışız. Artık yürüyelim. “
    diye konuşmasını bitirir.
    3 Mart 1924,
    431 nolu yasa ” Halifeliğin kaldırılması ile
    Osmanoğulları Soyundan Olanları Türkiye Dışına
    Çıkarılması hakkında yasa” kabul edilir.
    13 maddeden oluşan yasanın 1. maddesi:
    “HALİFE GÖREVİNDEN ALINMIŞTIR. HALİFELİK
    HÜKÜMET VE CUMHURİYET ANLAM VE
    KAVRAMINDA ASLINDA SAKLI OLDUĞUNDAN HALİFE
    MAKAMI KALDIRILMIŞTIR.”
    Böylece Cumhuriyet Tarihi’nin” en önemli
    yasalarından biri yürürlüğe girer.
    yasalarından biri yürürlüğe girer.
    Tüm bunlara karşı olanların en belirgin yöntemleri;
    Dİni kullanmak,
    “kutsal yalan” ve “mübah”
    şemsiyesine sığınmak.
    Yani büyük amaca yürürken her yöntemi
    kullanabilirsin.
    Sürekli gerilim ve düşman yaratmak.
    TOPLUMU İNANÇ VE DUYULAR
    SARMALINDA TUTMAK. DÜŞÜNME VE SORGULAMA
    ORTAMINDAN UZAK TUTMAK. Ençok kullandıkları
    yöntemdir.
    Karşıtlarının bu oyuna geldikleri kesin.
    Aynı sertlikte cevap vermek, sürekli bu gerilim
    gündeminde kalmak. Ağzının payını vermeyi, polemik
    üretmeyi başarı saymak,
    Oysa siyasal zemini, inanç ve duyusal zeminden
    akıl, mantık ve sorgulama zeminine çekmek
    gerekmektedir. O kişiyi doğrudan hiç muhatab
    almamak, yok saymak en akıllı siyasettir.
    Kışkırtmaların dozu ne olursa olsun.
    Hutbeye kılıçla çıkmak; oradan indikten sonra
    “gavur”un (bin kere özür) yaptığı zırhlı milyonluk
    araca binmek, Diyanet İşleri Başkanı müslüman
    vatandaşlarından mı korkuyor? Da zırhlı araca biniyor?
    Tam bir ortaçağ zihniyetidir.
    Şunu akıldan uzak tutmamalıyız;
  • Batılılaşma ile, Batı gibi olmayı karıştıranlar,
  • Müslüman olmakla, Araplaşmayı karıştıranlar,
    Asla ve katâ kendi hikayelerini yazamazlar.
    Yazdıkları hikâye, ancak mandacılık ve işbirlikçiliktir.
    Halifenin — Halifeliğin ,ortaya çıkışı dinseldir.
    Peygamberin ardılıdır. Peygamberin vekilidir. Bu
    durum, yöneticiye her zaman bir kutsallık atfetmiştir.
    Ancak daha ilk seçildiği gün başlayan isyanlar
    (ridde olayları) ve “yönetmenin” kendine özgü işleyen
    zorunlu kuralları göstemiştir ki; “HALİFELİK” siyasal bir
    makamdır. Siyasal gücü elde etmiş olan: emir, sultan,
    padişah, kral vb. monarklar keyfi ve sınırsız yetkilerini
    “din”in kutsallığı ile güçlendirmişlerdir. Bu hangi “DİN”
    olursa olsun; tarihin hangi döneminde olursa olsun,
    hangi coğrafyada olursa olsun böyle olmuştur.
    Onun içindir ki; “Halifeliğin kaldırılması” devrim
    yasalarının en önemli temellerindendir.
    Halifeliğe duyulan özlem; “DİN” in kutsallığı,
    adaleti ve ahlâkı için olmadığı kesindir. Bu değerlerle
    birey donatılır.Bir bir kavram olan devlet değil.
    Faraza, tarihte şöyle biri;
  • Kızdığı vatandaşa”..ananı da al git diyen.
  • Kendine yakın gördüğü kitleye “… kininizin davacısı
    olun.” Diye tavsiyede bulunabilen,
  • Kendi gibi olmayanlara her gün terörist ve hainlikle
    itham edebilen,
  • Yine her gün kendi gibi olmayanlara “… eyyy diye
    öfkeyle parmak sağlayabilen,
  • Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın en önemli
    kahramanlarından ikisine: iki ayyaş diyebilen ( ki
    kahramanlarından ikisine: iki ayyaş diyebilen ( ki
    bunlardan birisi içki içmiyor)
    Dinin kutsallığı ile güçlendirilmiş keyfi ve sınırsız bir
    yetkiyi elde ederse!!!!
    Tüm insanların en büyük güvencesi “HUKUK”
    tur. Bıkmadan,usanmadan “HUKUK’UN ÜSTÜNLÜĞÜ”
    ilkesini akıllara, bilinçlere ve gönüllere yerleştirmeliyiz.
    Çoğulcu, düşünsel ve siyasal bir yapıyı yaşam
    biçimine dönüştürmeliyiz.
    1923 ve 1938 arasında siyasal yaşamda
    bu değerler doğrudan uygulanmamış ya da
    uygulanamamış olabilir.
    Ancak dönem önyargısız, bilimin ve felsefi bakışın
    ışığında incelenirse; amacın bu değerlere ulaşmak
    olduğu ve o yolun açıldığı görülür. Siyasal alanda bir
    örnek: bugün kü, Türkçeyle
    “…. Başka ülkelerde siyasal partiler, kesin olarak,
    iktisadi amaçlar üzerine kurulmuştur, kurulmaktadır. Bir
    sosyal sınıf kendi iktisadi amaçları için siyasal partisini
    kurar. Diğer sosyal sınıf ta aynı yolu izler. “BU DA PEK
    TABİİDİR.”
    (Temel düşünce ve amaç çoğulcu ve çok partili
    sistem olduğu aşikardır.)
    Eğitim ve düşünsel alanda örnek:
    “… Muaallimler, cumhuriyet sizden; fikri hür, vicdanı hür,
    irfanı hür nesiller ister…”
    Bu değerlerle donanmış insan: körkütük bir
    şeyhin, hoca efendinin, reyizin, mollanın peşinden
    şeyhin, hoca efendinin, reyizin, mollanın peşinden
    sorgusuz sualsiz gitmez. Aklını, vicdanını onların
    emrine vermez.
    (İRFAN: kendine dışardan bakabilmektir. Özbenliktir.
    İrfan, Ahlaktan üstündür.)
    Bu iki örneğe bakıp uzun uzun düşünmenizi
    öneririm. Bu değerler bireyi ve toplumu nereye
    götürür???
    Bu değerlerle donanmış birey; çağımızın
    evrensel “AYDIN” ıdır.
    Görüldüğü gibi GAZİ MUSTAFA KEMAL’İN “
    ÇAĞDAŞ UYGARLIK” mücadelesinin yöntemi:
    AKIL, BİLİM, FELSEFE VE MANTIK
    Ve de atılacak her adımı HALKLA paylaşmak
    Olduğu tarihsel bir gerçektir.
    Yoksa:
    ATATÜRK — PAŞDİŞAH
    OSMANLI— TÜRKİYE CUMHURİYETİ çatışmasına alet
    olunmaması
    ATATÜRK’E yapılan saldırılar bilinçlidir. Hiç
    kuşkusuz. Bu yeni de değildir. Ancak, geliştirilen tavır
    hep savunmak ve karşı tarafı küçümsemek, cahilliğini
    vurgulamak oluyor. Oysa “ATATÜRKÇÜLÜKTEN” alınan
    güçle ve deneyimle “ÇAĞDAŞ DÜŞÜNCE” üretmek
    esas mücadeledir. Yeni bilgi,yeni bir güçlü ışık
    demektir. Bu karanlığı aydınlatır.
    Bir örnek; ATATÜRK’ÜN dinle bir sorunu olmadığını
    kanıtlamaya yönelik çabalar gösteriliyor. Bunu
    yapanların ne ATATÜRKÇÜLÜĞÜNDEN ne de iyi
    niyetlerinden bir kuşkum yoktur. ATATÜRK’ÜN
    niyetlerinden bir kuşkum yoktur. ATATÜRK’ÜN
    dindar olduğunu kanıtlamak onların düşüncelerini
    değiştirmez.
    En vahimi ve en acısı, yüzyılların ender
    yetiştirdiği “DAHİ”si olan ATATÜRK ile birini mukayese
    etmektir.Güneş ve Ay’ın mukayesesi gibi.
    Mustafa Kemal’i ATATÜRK yapan neden onları
    etkisizleştirmesidir. Özgür ve bağımsız bilince
    sahip olmasıdır. “…İstiklâl-i Tam, deruhte etmekte
    olduğumuz vazifenin asli ruhiyesidir. Bu vazife tarihe
    ve millete karşı deruhte edilmiştir.” yine “… hangi
    istiklal vardır ki, yabancıların nasihatları kurulabilsin ve
    yücelsin.”
    ( Bu işler BOB Eş Başkanlığı, Van minute, İhvan
    dayanışmasıyla olacak işler değildir.)
    Gazi Mustafa Kemal, hedef gösterirken “Garp
    Medeniyeti” ni değil,
    “ÇAĞDAŞ UYGARLIĞI” hedef göstermiştir. Garplılaşma
    değil “ÇAĞDAŞLAŞMA” dir. En büyük başarılarından
    biri, bu büyük ulusa özgüven kazandırmasıdır. Bir
    kıtanın, bir kültürün peşinden giden bir ulus olmayı asla
    düşünmemiştir.
    Muhtaç olduğumuz kudret; tarihimizden
    alacağımız deneyimler ile insanlık tarihinin
    deneyimlerini analiz ederek bir senteze ulaşmak ve
    de evrensel bilimin ve felsefenin ışığı ile geleceği
    kurgulalamaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.