Üretmek yasak, satın almak serbest

Geçen hafta o kadar çok önemli olay oldu ki hangisini ele alacağımızı şaşırdık.
Dünyanın en büyük elektrik kesintisi, karanlık savcı cinayeti, Balyoz davasındaki beraat, AKP binalarına sözde saldırı, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yapılan esrarengiz saldırı, Meclisten geçirilen nükleer anlaşma yasası, Fenerbahçe’ye yapılan saldırı ve daha pek çok şey. Bunlara ek olarak uluslararası planda İran ile 5+1 ülkeleri (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi ve Almanya) arasında varılan anlaşma…
Biz bu olaylardan üçü arasındaki ilişkiyi ulusal bağımsızlık açısından ele alacağız. Elektrik kesintisi, mecliste nükleer anlaşmanın onaylanması ve İran ile yapılan nükleer anlaşma…
Geçen hafta yaşadığımız elektrik rezaletinde özelleştirme sonucu bir tek santralde yaratılacak ani bir kesintinin domino etkisi ile bir ülkeyi nasıl karanlığa gömebileceğini yaşayarak gördük. Bu şirketlerin hisse senetlerinin yabancıların eline geçmesi ile neler yaşanabileceğini düşünmek bile istemiyoruz. Akkuyu’da yapımına başlanan nükleer santralin geçen hafta İzmir’de devreden çıkarılan santralin gücünden kat kat yüksek olduğunu düşünürsek ne kadar büyük tehdit altında olduğumuzu görürüz.
Bu tehdide ülkenin elektrik enerji üretiminin yüzde elliden fazlasının doğalgaza bağlı olduğunu ve doğalgaz vanasının yurt dışında olduğunu da eklersek tehlike felaket ötesi olabiliyor.
Ülke çapında kesintinin yaşandığı günün ertesinde sabaha karşı TBMM’de nükleer enerji ile ilgili bir anlaşma onaylandı. Bu anlaşmaya göre Japonya, Sinop’ta ülkenin ikinci büyük nükleer santralini inşa edecekti. Uluslararası anlaşmaların meclisten geçirilmesi gereği konu mecliste görüşüldü ve kabul edildi. Yaşanan büyük karanlık sonrası kimsenin tereddüt etmesine de gerek kalmamıştı.
Aynı günlerde İsviçre’nin Lozan kentinde İran ile 5+1 ülkeleri denen Birleşmiş Milletlerin 5 daimi üyesi ülke ve Almanya arasında bir büyük pazarlık sonuçlanıyordu. Ortadoğu’da emperyalizme karşı en dik duran ülke olan ve kendi nükleer programını uygulamaya sokan İran’a karşı büyük bir tecrit kampanyası yıllar içinde savaş tehdidine dönüştü. Ne var ki Ortadoğu’da büyük bir bataklığa saplananlar buna cesaret edemedi. İran’a on yıllardır ambargo uygulayan emperyalist güçler baskılarını daha da artırarak İran’dan petrol ve doğalgaz alan ülkeleri de baskı altına aldılar. Bu ticaret karşılığı para transferini yasakladılar. Türkiye İran’a olan borcunu altınla ödediği için İran’a altın ihraç eder görüntüsünde olduk.
Emperyalizm ne yaparsa yapsın İran boyun eğmedi.
Peki…Türkiye ve diğer az gelişmiş ülkelere nükleer santral kakalamaya kalkan ülkeler İran’a nükleer santralini yapmaması için neden bu kadar baskı uyguluyordu?
Nedeni basitti. İran bir nükleer santral yaparken projelendirmeden yakıt üretimine, inşaattan işletmeye, atıkların saklanmasına kadar her alanda kendi gücüne güveniyor, teknoloji geliştirerek tam bağımsız bir politika uyguluyordu. Üstelik bu işin sonunda nükleer silahlara da sahip olma olasılığı vardı. En kritik aşama ise uranyum zenginleştirme teknolojisinin en önemli aşaması olan santrifüjler çalışmaya başlamıştı. Tehditler artıyor, nükleer teknolojide çalışan bilim adamları birer birer suikast sonucu ortadan kaldırılıyordu. Ama İran’ın programı hızla ilerliyordu.
Sonuçta 5+1 ülkeleri İran ile masaya oturarak büyük bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşma sonucu İran’a uygulanan ambargo büyük ölçüde kaldırılacak, buna karşılık İran ise uranyum zenginleştirme çalışmalarında kısıntı yaparak santrifüj sayısını üçte iki oranında azaltacaktı. Sonuç İran için büyük bir kazanım, Batı için yenilgi idi. Emperyalizme karşı dik duruş kazanmıştı.
Türkiye ve bizim gibi ülkeler bu olaydan büyük bir ders çıkarmalıdır. Bize ve bizim gibi ülkelere nükleer santral satmak için sıraya giren Batı ülkeleri sıra İran gibi bir ülkenin kendi nükleer teknolojisine sahip olmasına gelince işi savaş çıkarma noktasına vardırabiliyorlardı.
Türkiye büyük bir kesinti rezaletini dışa tam bağımlı nükleer anlaşmalara tam teslimiyete vardırarak, projeden yakıt üretimine, inşaattan işletmeye, atıkların saklanmasından santralin sökümüne kadar her noktada dışa bağımlılığı pekiştiriyordu. Kurulacak nükleer tesis ülkenin en pahalı elektriğini üreteceği gibi yüzde 100 alım garantisi veriliyordu.
Batı’nın yöntemleri hiç değişmemişti. Üretmek yasak, gümrük duvarlarını kaldırarak her şeyi dışarıdan almak ise serbest idi. Kendi evinde mutfağı, malzemesi olan yoksul bir ailenin her akşam dışarıda yemek yemesi gibi bir durum söz konusu idi.
Emperyalizmin taktikleri hiç değişmemişti. Hindistan bağımsızlığını isteyince Hintli dokuma işçilerinin ellerini bileğinden kesen İngiliz sömürgeci zihniyeti sürüyordu.
Ancak emperyalizme karşı mücadele hep kazanıyordu. Darısı başımıza. Çünkü Türkiye bu zaferi 92 yıl önce yaşamış ilk ülke.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.