Marka olabilmenin güzergâhı…

İskender Bey 1867 yılında, Bursa Kayhan’da dünyaya yayılacak bir lezzetin temellerini atıyorken aklına markalaşma gelmiyordu elbet.
1930 yılında Kafkas Kollektif Şirketi’ni kurarak ilk dükkanını Bursa Atatürk Caddesisi’nde açan Ali Şakir Tatveren’in marketing sözcüğüyle bir alakası yoktu.
Onlar, yıllar içinde gösterdikleri istikrar ve gelişme neticesinde birer marka oldular.
Birçok firmanın umru değilse de pek çok firma markalaşma peşinde koşuyor artık.
Pazartesi günü Sherton Hotel’de yapılan Marketing Anadolu Mektep Eğitimleri toplantısındaki sunumlardan öğreniyoruz ki marka olmanın da belli kuralları var.
Ürününün kaliteli olması ilk kural.
Sonrasındaysa sürdürülebilirlik ve tanıtım.
Protect House ve Havas Yönetici ortağı, Marka Stratejisti Cüneyt Devrim keyifli sunumuna marka değerinin insanlar üzerindeki etkisini anlatan minik bir öyküyle başladı.
Zamanın Prusya Kralı halkına patates yetiştirmesi ve yemesi için emir vermiş.
Kimsede tık yok.
Kral akıllı, patatesin soyluların yiyeceği olduğu tevatürünü yaydırmış dört bir yana. Sarayın etrafına patates ektirmiş ve başına da nöbetçiler dikmiş. Nöbetçilerin kulağına da akşam olduğu zaman biraz kör olun, patates çalanları görmeyiverin diye fısıldatmış.
Hem soylu yiyeceği,hem de sıkı koruma altına alınmış olan patates bir anda cazip hale gelmiş.
Yıllar ve yıllar sonra da AyşeTeyze’nin “Yiyin Gari” sözüyle piyasada ünlenen cips olmuş çıkmış.
Bursa’daki pek çok firmanın rahatlık tuzağına düştüğünü ve nasılsa ben bu işi biliyorum, pazarlamaya yatırım yapmaya ne gerek var diye düşündüğünü, küçük olsun benim olsun dediğini, pek çoğunun fason üretim yaptığını söylüyor Devrim.
Küçük olmak da yeterli değil artık.
Küçüklerin arasında da farklılığı yakalamak lazım.
50 bin liralık yatırım yaparken, araştırma için 5 bin liraya kıyabilmek lazım.
****
Marka da neymiş demeyin…
Şu rekabetçi sistemde çok önemli.
Aynı kalitedeki iki tişörtten birisinin göğsüne kondurulan minik bir logo fark yaratıyor mesela.
Ya da, ederinin 1 lira olduğunu bildiğimiz bir kahveye 5 lira vermekten kaçınmıyoruz.
‘Allahın suyu’nun şişelenmişini şişenin tasarımına göre farklı fiyatlara alıp içiyoruz.
Markalaşmış bir kot pantolona bilmem ne kadar para vermeye ne gerek var demiyoruz.
Hani “Ötmezse ötmesin, illa ki tepeli olsun” derler ya, seçilen marka da pek çok şeyin göstergesi haline geliyor işte…
****
ARVAK Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Tezcan’ın konuşmasından da öğreniyoruz ki; markalaşmanın bir diğer ayağı olan reklam ve tanıtım tarafında en etken olan açık hava reklamlarıymış.
Açık hava reklamlarını görmek için ne bir dergi, ne bir gazete almaya, ne de televizyon izlemeye gerek var.
Tamamen bedavalar ve 7×24 ortadalar.
Otobüs durakları,metro istasyonları, bina yan duvarları, yol kenarları, yol ortaları, kavşaklar ve aklınıza gelebilecek her yer reklam panolarıyla dolu.
Trafikte giydirilmiş araçlar seyrediyor.
Bakmasak da görüyoruz.
Gördüklerimizi belleğimize atıyoruz.
Açıkhavadan kapalıya girelim;
Telefonları cevaplayan sekreterin ses tonundan, mağaza görevlisinin tavırlarına, şirket yetkililerin konuşma ve yazmadaki dil becerilerinden oturuşlarına, ürünlerin mağaza içindeki yerleşiminden mağazanın dekoruna kadar her ayrıntının marka olmakta etken olduğunu biliyoruz.
Salaş ürünler satan bir mağaza ile lüks ürünler satan bir mağazanın iç dekorasyonu farklı çizgilerde.
Dolayısıyla konsept ve sunum aynı çizgiyi yakaladığında başarı geliyor.
****
Taş yerinde ağırdır misali segment değiştirenler de ağırlıklarını kaybedebiliyorlarmış.
Bu yüzden bir isimle tanınan bir firma farklı bir ürünle ortaya çıkacağı zaman ürünün segmentine göre bir yol izlemek zorunda.
Yeni ürünün adından tanıtımına ve sunumuna kadar herşey hedeflenen alıcı gruba göre tasarlanmalı.
Ve daha bunun gibi pek çok bilgi öğrendik saatler boyu.
Bu arada, Bursa’daki medyaya İstanbul semalarından bakıldığında Olay ve Hakimiyet dışında görünen kimsecikler de yokmuş.
Yerel medyanın öneminden bahseden Local Media Group Kurucusu ve Yöneticisi Arzu Küfündür 3 büyük ili işaretlemiş haritada.
Bu üçlünün içinde de Bursa yok.
Neden yok olduğunun cevabı yine Bursa Medyası’nda olsa gerek.
Kendisini Anadolu Medyası olarak tanımlamayan Bursa yerel medyasının İstanbullular tarafından pek dikkat çekici bulunmuyor olması epey dikkat çekici aslında.
Demek ki medyanın da kendisine bir çeki düzen verip markalaşması gerekiyor.
İnternetin insanların medyayı takip alışkanlıklarını değiştirdiğini gözardı etmemesi gerekiyor.
Habere ulaşmak için ertesi günün beklenmesine gerek kalmadığını, bir tıkla alt kattaki komşuya, bir tıkla dünyanın öte tarafına ulaşılabildiğini, bilginin her yerde aynı ama markalaşmak için gereken farklılığın teknoloji, tasarım ve  köşe yazarlarının yazıları ile sağlandığını dikkate alarak kendilerini güncellemeleri gerekiyor.
Yerel medya demişken, yerelde ünlenen firmaların ünlendikten sonra yerele sırt dönmeleri ve çıktıkları kabuğu unutmaları da firmaların markalaşma yolundaki yükselişlerinde irtifa kayıplarına sebep oluyormuş…
****
Uzun uzun anlatılanları dinlerken her şeyin daha fazla üretme ve ürettiğini daha fazla tükettirme üzerine olduğunu düşündüm.
Tüketim olmazsa ürün üreticinin elinde kalır.
Sonra da “işler kesat!”
Üretim de olacak, tüketim de.
Yeter ki üretenler önce insana ve doğaya değer versinler.
Üretirken doğayı ve insanı tüketmesinler.
Ve mümkünse insanları çıldırtacak kadar da üretmesinler…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.