Aslolan aşktır

Aşk; insanı bugün de yaşamaktan çıkartan, samanlığı seyran eden bir güce sahiptir.

Benim yetmişli yıllarda ve daha sonrasında, sürekli tekrarlarını izlediğim, ellili, altmışlı yılların Türk filmleri, zengin kız – fakir oğlan ya da tam tersi örnekleri ile doluydu.

Bu filmlerden çıkan temel mesaj, aşkın, sınıf farklılıklarını aşan bir güce sahip olduğu yönündeydi.

Aşk, insanı bugün de yaşamaktan çıkartan, samanlığı seyran eden bir güce sahipti. Aşıklar, bir anda, ebeveynlerinin ve onları izleyen diğer toplum kesimlerinin çocukça buldukları bir yaşam durumuna geçiyorlardı.

Tek tek aşıklarla görüşenler, onlara aslolanın bu olmadığını, yaşamın dayatmalarının onları gerçeğe acı bir şekilde döndüreceğini, buna direnmenin bir anlamı olmadığını vurgular, nasihatlerde bulunuyorlardı.

-o-

Neydi bu asıl olan…

Sınıflar ne mene şeylerdi.

Önceki yazımda belirtmiştim. Karl Marx,  “altyapının (ekonomik üretim tarzı), üstyapıyı (toplumsal değerler) belirlediği; üstyapının da altyapıyı etkilediği"nden söz etmişti.

Başka bir deyişle, toplumun o andaki üretim tarzı ne ise, kendi hukukunu, ahlakını, geleneklerini, kültürünü (örneğin kapitalizm kültürü) vb. oluşturuyor; bu üstyapı geliştikçe, alt yapının gelişimine de etkili oluyordu. Yazımda, bu üstyapısal değişimin, Türkiye bazında, birkaç on yıllık bir dönemi kapsayan örneğini sunmaya çalışmıştım.

Marx’ın tarihsel çizelgesi, birinden diğerine geçen ekonomik üretim tarzlarını açıklıyordu: Bir üretimin olmadığı avcılık-  toplayıcılık dönemi ve sonra tarımsal üretimin başladığı köleci toplum, feodal toplum ve nihayet sanayi üretimi ve sermayenin başat hale gelmesi ile Kapitalist toplum dönemi…

Marx bir sonraki aşamanın, sınıfsız ve sınırsız komünist toplum dönemi olacağını iddia ediyordu. (Karl Marx, Alman İdeolojisi, Emsal Yayınları, 1990, I. Bölüm)

Bu teze ilişkin, bir çok eleştiriler yapıldı. Bunların başlıcası, Marx’ın, tarihi, bir başka Tanrı'ymış gibi ifade etmiş olduğu yönündeydi. Bu ifade, “insanlar, hiçbir şey yapmasalar da tarihsel koşullar, (her kesin işçileşmesi veya sermaye sınıfına dahil olması)  bir devrimi gerektirecek ve devrim kaçınılmaz olacak, sonunda komünist toplum kurulacak” gibi algılandığı için, Tarih'in, Tanrı gibi bir bilinci ve insanlığı yönlendirme gücü olduğu düşüncesine götürüyordu, kimi Marxizm eleştirmenlerini…

Marx’ın geleceğe ilişkin öngörüsüne yönelik bir eleştiriye diyeceğim yok, sonuç olarak bir öngörüdür; ama insanlığın geçmiş dönemlerine ilişkin tespitlerinde, doğruluk payının yüksek olduğunu, tarihin genel kısa bir özeti olduğunu düşünüyorum.

Geçmişte yaşanmış olanların tespiti de, Tarih'i bir Tanrı yapmaz; çünkü başka türlü de yaşanabilirdi; ama öyle yaşanmıştır.

Neyse, ben bugün aşk üzerine yazacağım.

-o-

Ama okuyucudan, biraz daha sabır..

Onun bu tezini okuduğum dönemde ben, şöyle düşünmüştüm : sınıflı toplumlardan, sınıflı toplumlara geçişlerde, üretim aletlerine egemen olan bir sınıf, örneğin köle sahipleri, feodal derebeylerine; köleler, serflere (derebeyi tarafından toprağa bağımlı hale getirilen köylülere) dönüşüyorlardı.

Eğer Marx’ın öngördüğü gibi gelecekte, sınıfsız bir toplum olacak ise, o zaman burjuvalar da, işçiler de ve toplumun diğer kesimleri de, bu toplumda aynı toplumsal kesimin, birbirinin eşidi birer parçası olacaktı.

Eğer öyle olma ihtimali varsa -ki ben var diye düşünüyorum- başlangıçtaki bu geçişlerde, altyapının üstyapıyı belirlemesi ve üstyapının altyapıyı etkilemesi, tersine dönecek ve üstyapının altyapıyı belirlediği bir sürece girilecek, bana göre.

Başka türlü ifade edersem, insanlık sınıfsız – sınırsız bir topluma (bir dünya cennetine) ulaşma idealini koruyorsa, bir üretim tarzı değişimi yaşanmasını beklemeden, geleceğin toplumunu altyapısı ve üstyapısı ile zihninde kurmalı diye düşünüyorum.  

-o-

Şimdi nihayet aşka dönebilirim.

Aşkın geçici bir süreç olduğu, birlikteliğin bir süre sonra aşkı öldürdüğü söyleniyor. Bunda, gerçeklik payı da var, sanırım.

Gerçeklik payı var ama, neden?

Sanıyorum, aşıklar, kendilerine yapılan nasihatleri, dikkate almaya başlıyorlar. Nasılsa bir şekilde, aşkın, tarih dışı, sınıfsız bir topluma özgü algısının geçici olduğu duygusuna kapılıp, aşkın büyüsünü ortadan kaldırıyorlar. Aşk, bir karşı tarafı elde etme / kontrol altına alma ve sonra elde etmiş / kontrol altına almış olmanın rahatlığı ile bir ‘gerçeğe’ dönme sürecine dönüşüyor.

Oysa, eğer, insanlarda bir Dünya cenneti kurma arzusu hala var ise,aşkın, insanı bu tarihsel – toplumdan uzaklaştıran, ‘gerçeklik’ içinde dahi, başka türlü bir yaşamın ve mutluluğun yaşanabilirliğini mümkün hale getiren büyüsünün anlaşılması, yeni bir insan toplumunun oluşturulabilmesinin anahtarıolabilir.

Bunun için, sanıyorum çalışmaya, aşıklara, aslolanın onların yaşadıkları olduğunu ve geçici olmak zorunda olmadığını, mevcut yaşamın ya da başka ifade ile gerçekliğin geçici olduğu ve insanı mutsuz ettiğini söyleyerek başlayabiliriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.