Yok Edilen Dilimizin Bayramı

Atatürk’ün 26 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayımda topladığı Dil Kurultayının 85. yıldönümünde Dil Bayramımızı kutluyoruz.

Dil, bir ulusun birliğinin, dirliğinin ve birlikte yaşama iradesinin en önemli unsurlarından biridir.  Bu nedenle, bir ülkeyi parçalamak isteyenlerin kullandığı sinsi silahlardan en önemlisi dil birliğine saldırıdır. Osmanlı devletinin son yıllarında saray ile halkın konuştuğu dillerin farklılaşması ders alınacak bir olaydır. Aynı olayı Selçuklu devletinde de görüyoruz. “Türk’ün iti şehre inince Farisice ürer” sözü, İranlıların, Selçuklu soylularının yabancı dil hayranlığı ile alay etmek için kullandıkları bir sözdür. Bu olaydan aldığı dersle Karamanoğlu Mehmet Bey Türkçe konuşmayı zorunlu kılmıştır. Osmanlıların yıllarca savaştığı İran sarayında öz Türkçe kullanılırken, Osmanlı sarayında Arapça- Farsça karışımı garip bir dilin konuşulması çarpıcıdır.

Ulaşım ve iletişim olanaklarının gelişmesi sonucu, uluslararası ilişkilerin yoğunlaşması, bunun doğal sonucu olarak da yabancı dil öğrenmenin bir zorunluluk haline gelmesi ile bir ulusun kendi dilinden vazgeçmesini karıştırmanın bir hata olmaktan öte bilinçli bir tercih olduğu artık açıkça görülüyor.

Yıllarca okutulan ezbere dayalı yabancı dil derslerinde bir şey öğrenilemeyince, bu kez eğitim dilini sömürge ülkelerde olduğu gibi İngilizce yapıp, yabancı dil öğreneceğimiz iddiasından henüz vazgeçmiş değiliz. Az İngilizce bilen öğretmenlerin çok iyi bildiği konuları bile yine az İngilizce bilen öğrencilere anlatma komikliği yıllardır sürerken, ne yabancı dili ne dersleri öğrenebilen nesil, sonuç olarak Türkçeyi bile unutur hale geldi. Yakın zamanda kaybettiğimiz Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu okullardaki bu garip öğretim yöntemine “tarzanca” adını vermişti.

Yabancı filmler, artık günlük hayatımıza iyice yerleşen elektronik haberleşme dili, gelişen teknolojinin hayatımıza soktuğu ürünlerin Türkçe karşılıklarının konulamaması, ithal ürünlere her türlü kolaylığı getiren gümrük tarifeleri, yabancı marka hayranlığı ve yabancı adlı mağazalar zincirine özenen yerli ürün satıcılarının aşağılık kompleksi ile yabancı adlı işyeri açma furyası dilimizi yok etti.

Yufkacı dükkanları, dönerburgerciler, köfte hause’ler, ciğer center’ler ve hiçbir yabancının gelmediği kentlerde yabancı adlarla açılan iş yerlerine yerel yönetimlerin sessiz kalması, satıcıların müşterilerini ikna etmek için kullandığı ve anlamlarını asla bilmediği “trend”, “konsept”, “tap ürün” gibi anlamsız sözler ile buna itiraz etmeyen alıcılar…

Genç neslin kendi aralarında uydurduğu ya da, bazı dejenere dizilerden kaptığı anlamsız sözler, bazı kısaltmalar dilimizi tamamen yok ederken, nesiller arası iletişim tamamen kopuyor. Osmanlının son dönemindeki Arapça Farsça karışımı, garip bir dil kullanıldığı gibi, şimdilerde de bazılarının Türkilizce dediği, bir başka garip dil konuşuluyor.

Dış ülkelere satış yapan firma görevlilerinin gittikleri ülkenin dilini öğrenme zorunluluğunu anlayabiliyoruz. Ancak dışardan mal satmaya gelen yabancıların da bizim dilimizi öğrenmeye zorlayacak hiçbir girişimimiz yok. Alırken de satarken de biz yabancı dil bilmek zorundayız.

Yüksek öğrenimde anlamsız şekilde bazı disiplinlerin yabancı dille öğretilmesi sonucu yurt içinde iş bulma şansı kalmadıktan sonra beyin göçünün parçası olma zorunluluğu ayrı bir sorun.

Dilimize yeniden sahip çıkmadıkça ulusal birliğimizin parçalanacağını yaşayarak görüyoruz. Bu nedenle dil bayramımızı daha güçlü bir şekilde kutlamalı, yabancı dil öğrenmekle yabancı dile teslim olmanın farklı şeyler olduğunu kavramalıyız. Yoksa hayat bize bunu acı bir şekilde öğretecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.