Oyunun farkındayız

Oyunun farkındayız
Türkiyelilik. Yeni bir tanım. Aslına bakarsanız pek de yeni değil. 19. yüzyılın başından bu yana değişik versiyonlar halinde zaman zaman kendisini gösteregelmektedir. 1800‘lü yılların başında, Balkanlarda başlayan kıpırdanmalara çare olarak; “Osmanlıcılık” kavramına sarıldık. Güya imparatorluğun bir Türk devleti olmadığı, çeşitli milletlerin kaynaştığı “Osmanlı milletinin” devleti olduğu ve bünyesinde yer alan ulusların; Osmanlı ‘nın ana nüvesini oluşturduğu ifade edilmek isteniyordu.
Rusların, Fransızların ve İngilizlerin tahriki ile Yunanlar, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar ve Arnavutlar ayrılık şarkıları söylüyorlar ve Osmanlı’ya başkaldırıyorlardı.
Osmanlıcılığın kısa sürede çare olamayacağı anlaşıldı. Batılıların da baskıcı tutumu ile Mustafa Reşit Paşa ‘nın Gülhane Fermanı ve akabinde Islahat Fermanı ile; gayri Müslimlere bazı kültürel haklar verildi.
Zaman içersinde, bu haklar yetmedi ve bağımsızlık hareketleri birbirini kovaladı. Osmanlı, Balkanları terk etmek zorunda kaldı. “Osmanlıcılık”ın bir işe yaramadığı görüldü.
Osmanlı, 1850‘li yıllardan sonra ümmetçiliğe sarıldı. Geriye kalan topraklarda yaşayan Müslümanların kaynaştırılması hedeflendi. Bu serüven de 1. Dünya Savaşına kadar sürdü. 1. Dünya savaşından mağlup çıkan Osmanlı ‘dan Araplar da ayrıldı.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal ‘in iki deyişi çok önemlidir. Birincisi “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka Türk Milleti denir.” İkincisi de “Ne mutlu Türküm diyene.”
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, batılıların da teşvik ve tahriki ile birkaç Kürt isyanı başlatılmış. Devletin kararlı tutumları neticesinde isyanlar kısa sürede bastırılmış ve 50 yıllık sükunet sağlanmıştır.
Bu süre içersinde ne batılıların, ne de Kürtlerin ayrılık sevdası yok olmamış. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetimindeki yetersizlik kollanmıştır.
ABD‘den ve AB ‘den gelen diplomat ismi altındaki ajanlar, Ankara‘ya uğramadan, doğrudan Diyarbakır‘a gidip; ayrışımcılığı özendiren mesajlar vermeye başlamışlardır. Bunlara, devleti yönetenler ne yazık ki cevap dahi verememişlerdir. Bazen de haklılıklarını onaylarcasına baş eğmişlerdir.
Kendini bilmez DTP’li bir milletvekili, 29 Mart yerel seçimleri ile “Kürdistan” haritasının sınırlarını belirlediklerini söyleyebilmiştir. En acısı da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bazı evrelerini faşistlikle suçlamıştır. Bazı etnik gurupları yurt dışına kovmakla itham etmiştir. Dünyada bir başka örneği olmayan davranış sergilemiştir. Tamamen mesnetsiz ve talihsiz beyandır.
Son birkaç yıldır, bölücü Kürtlerin, kendilerini liberal demokrat olarak lanse eden defolu komünistlerin ve dincilerin seslendirdikleri bir senaryo ortaya sürülmeye çalışılmaktadır.
Türk Milleti denmesin, Türkiye halkı densin. Ne mutlu Türküm diyene denmesin. Atatürk‘ün vecizesi ortadan kaldırılsın. Nerelere yazılmış ise, derhal silinsin. Sabahları öğrencilere okutulan andımız okutulmasın. Andımızın içersindeki “varlığım Türk varlığına armağan olsun” ibaresi ırkçılığı çağrıştırıyormuş.
Sizin anlayacağınız bir avuç bölücü Kürt, 3-5 defolu komünist ve kendilerini yeterli sayıda zanneden ümmetçi dinci; binlerce yıldır süregelen Türklüğümüzü sona erdirmeye çalışmaktadır.
Fakat bunlar Türk Milletinin temel özelliklerini bilmemektedir. Türk Milleti vakurdur. Meseleleri soğukkanlılıkla değerlendirir. Tahriklere kapılmaz. En önemlisi de, bir kere karar verdimi, neticeye hızla gider. Kendisine hainlik yapanları acımasızca cezalandırır.
Senaryolar yazıp, oyun oynamaya kalkışanların, Türk Milletinin tarihini iyice incelemesi gerekir, diye düşünüyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.