Nijerya’dan gelen bilgisayarlar…

Sokakta sorsak, “Dolar mı, koronavirüs mü?” diye…

Millet, “Dolar ne olursa olsun, şu virüs bir bitsin” noktasındaysa…

Geleceğimizin ne kadar tehdit altında olduğunu anlamamız…

Yeni ilkler için ne kadar çok çalışmamız gerektiğini belki bir parça daha iyi anlayabiliriz.

Ve tabii…

Azerbaycan-Ermenistan arasında yıllardır örtülü devam eden savaşın artık açıkça ortaya dökülmüş olması bir anda gözlerin Akdeniz’den Karadeniz’e çevrilmesine neden oldu ama…

Ege ve Akdeniz’de Oruç Reis’le bayrak gösteren Türkiye’nin kuzeydoğumuzda patlak veren gerilimin içine çekilip, “Akdeniz ve Ege’de yeni tavizlerin verilmesinin önü mü açılıyor?” diye de düşünmeden edemiyor insan!

Doların, avro’nun Uludağ’ın zirvesine tırmanır gibi sürekli yukarılara fırlayıp gitmesinin bize gösterdiği tablo; bir yıl öncesine göre epey bir fakirlediğimiz, bu da yetmezmiş gibi Çin’den dünyaya yayılan virüs nedeniyle hayatımızın felç olmasının uzun vadedeki faturasının daha ağır olacağıdır.

Böyle zamanlarda yani öğrencisinden öğretmenine, işçisinden memuruna, emeklisinden ev kadınına kadar herkesin “Ne olacak?” kaygısını derinden yaşamaya başladığı şu günlerde eğer partili olmayan bir Cumhurbaşkanı’na Türkiye sahip olsaydı, özellikle Meclis’te grubu bulunan partiler çoktan bir araya gelmiş, ülke bu buluşmanın etkisiyle geriliminden uzaklaşma şansı elde etmiş olurdu!

Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bu şansını da yitirdi!..

Dört bir yanında savaş tam tamları çalarken, maalesef içeriden dışarıya birlik mesajları gideceğine bu kutuplaşmanın girdabına kapılmış bir iktidar ekseni olumsuzlukları daha da körüklüyor…

“Dolar mı maaş alıyorsun?” cümlesiyle tarihe geçen bir Hazine Bakanı’nın arka arkaya açıkladığı ekonomik paketlerle dövizin gerilemeyeceğini anlamak da o vakit bu kadar zor olmayacaktı!

Netice itibarıyla ülke olarak zor günlerden geçiyoruz.

Hatayı başkalarında ararsak, çok sorumlu buluruz.

Kendimizde ararsak “Yaşananlardan kim sorumludur?” dememize bile gerek yok!

İnterneti olmayan köylerde canlı dersle uzaktan eğitim planlayan ve övgüyle söz ettiği EBA’nın daha ilk günden çökmesini olumlu gören anlayışın, milyonu geçen internetsiz çocuklar için nasıl bir gelecek tasarladığını anlamak için çok çaba sarf etmeye gerek var mı?

Hisseden kıssa…

İnternette eğitimde durumumuzu özetleyen bir fıkra dolaşıyor şu sıralar.

Öğretmen terapiye gider.

Doktor, “Meğer ne çok canlı ders yapmışsın da gözlerin yorulmuş!”

“İnternet yetmedi hocam annemin interneti de bitti ben derse giremeyeceğim!” diyen öğrenciye “Üzülmüşsün, insanlar da seni anlamamış.

Ne devlete ne millete yaranamamışsın.

Mahvolmuş bitmişsin, bir de bunları içine atmışsın!..”

Hani Milli Eğitim’e hep öğrenci-veli gözüyle bakıyoruz ya…

İşin bir de öğretmen cephesi var.

Öğrencilerine ders anlatmak için dağın tepesine çıkarken Kahramanmaraş’ta kalp krizi geçirip hayatını kaybeden Aziz Serin gibi öğretmenlerin içlerinin nasıl yandığını…

Lise çağlarında birlikte okuduğumuz öğretmen arkadaşlarımızın çırpınışlarından anlıyorum.

Öyle ki…

Bir okulda bilgisayar ihtiyacını dile getiren bir öğretmen arkadaşımıza uzanan el, Nijerya’da yaşayan sınıf arkadaşımız Ömer Curabal’dan geldi.

Vildan arkadaşımız kullanmadığı bilgisayarları ulaştırdı.

İnsanımız nereye gideceğini bildiği zaman elinden geleni yapıyor!

Sorun yönetenlerin gereğini yapmaması!..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.