Kıssadan hisseler
Kıssadan hisseler
Son günlerin aktüalitesi saygı üzerine kurulu. Birden bir kibarlık modası aldı yürüdü. Zamanımızda pek duyulmuyor. “Kenar mahalle dilberi” tanımlaması yapılan noksan saygılı yeni yetmeler vardı.
Gün boyu çan çan, çene çalar. Önüne gelene fütursuzca hakaretler yağdırır. Akşam olup, evine çekilirken de saygıdan, görgüden, edepten dem vurur. Kendisine saygısızlık yapıldığından yakınmaktadır.
Bu kenar mahalle dilberleri, kendi mahallelerinde pek ses getirmezler. Biraz tüyanlanıp serpildimi tutmayın artık. Her kuralı kendi bilir, karşısındaki ağzını açmaya kalksa hemen susturur. Başkalarına sen demeye bayılır, kendisine sen denmesine alınır.
İyi ama saygısı az olanın, seveni de az olur. Yani ne kadar ekmek o kadar köfte.
Bir de dikkatimi çeken bir sayın sözcüğü var. Gerekli gereksiz yerde kullanılıyor. Örneğin bir konuşmacı söze başlarken “Sayın beyefendiyi iyi tanıyorum, eski dostumdur; ama hayatında doğru bir sözüne rastlamadım. Samimiyetsiz birisidir.”
Tut kelin perçemini. Cümle sayın ile başlıyor, dostum ile devam ediyor, yalancılık ile itham ediliyor ve samimiyetsizlik ile neticeleniyor. Sayın, saygınlık ifade eder. Samimiyetsiz bir kişinin ise saygın olması mümkün değildir. Cümlesini sayın ile başlayıp, samimiyetsizlik ile bitiren kişide, samimiyetsizin dikalasıdır.
Bence, sayın kelimesi; ağız alışkanlığı olarak kullanılmamalı. Bunun yerine “bay ve bayan” kelimesinin kullanılması daha içtenlikli olur kanısındayım.
***
Vakt-i zamanında köyün birinde hali vakti yerinde Yusuf adında bir zat yaşıyormuş. Yusuf, babadan varsıl. Geniş topraklara ve sayıca fazla davara ve büyükbaş hayvana sahipmiş.
Babadan kalan mala mülke, kendisi de epey bir ilave yapmış. Yapmış yapmasına ama; birçok fakirin de ahını almış. Neyse malı mülkü onun olsun, bir gelelim hikayenin aslına.
Yusuf’un onulmaz bir derdi varmış. Ne yaptıysa çaresini bulamamış. Kafası kel, saçı yok. Bu özelliğinden dolayı, kendi köyünde ve civar köylerde “Kel Yusuf” diye ünlenmiş. Buna da fena halde üzülüyormuş.
Eşi ve çocukları ile oturup görüşmüş ve bir çözüm yolu bulmuş. Hac’ca gidecek ve hacı Yusuf olacak.
Düşüncesini uygulamaya koyuyor ve hac mevsimi eşini de yanına alıp Kabe’nin yoluna düşüyor. Hacı olup köyüne dönüyor. Sıra geliyor köylüye mesaj vermeye.
Geniş bir ziyafet sofrası hazırlatıyor ve civar köylüleri de davet ediyor. Beleş yemeğe kim gelmez. Kalabalık umduğundan da fazla. Herkes sofrada yerini alıyor. Kaşıklar elde, kulaklar Hacı Yusuf’ta.
-Ey ahali, sevgili dostlarım. Biliyorsunuz bana daha önce kel Yusuf derdiniz. Şimdi ben Hac’ca gittim. Sizden dileğim bana “Hacı Yusuf” demenizdir.
Herkes kaşığını yemek tabağına daldırırken besmelesini çekiyor ve doyunmaya başlıyor. Birkaç köylü karnını doyuruyor ve karınlarını kaşımaya başlıyor. Yemekler de çok hoşlarına gidiyor ve kendi kendilerine mırıldanıyorlar.
-Yedikçe yiyeceğimiz, yine de kel Yusuf diyeceğimiz geldi.
Sözün kısası; toplum kişiye algıladığı isimle hitap eder onun istediği ile değil.