Demokrasicilik oyunu

Demokrasicilik oyunu
Yıl 1986, Ağustos’un sonları. Çarşamba Şubemizin teftişinin sonuçlandırmaya hazırlanıyoruz:
-22 Ağustos tarihi itibariyle İstanbul Beşiktaş Şubemizin teftişine başlanacak.
Apar topar, yollara düştük. Sabah saat 10.00 gibi Ankara’ya ulaştık. Uçak biletlerimizi alıp 15. 00 uçağı ile İstanbul’a uçacağız. Biletlerimizi onaylatıp, çıkış bölümüne ilerlerken önümde İçişleri Eski Bakanı merhum Faruk Sükan’ı gördüm.
Selamlaştık. Yardımcım ile ben, kendisini tanıyoruz ama merhum Sükan’ın bizi tanıması olası değil. Kendimizi tanıttık ve sohbete başladık. Kapı açıldı, uçağa doğru ilerliyoruz. Merhum Sükan “Birlikte oturalım, sohbete uçakta devam ederiz” dedi. Üçlü sıraya oturduk. Pencere boyunda ben, ortada Sükan ve koridor tarafında ise, 1999 seçimlerinde MHP’den Uşak Milletvekili seçilen yardımcım Armağan Yılmaz.
1980 sonrasında siyasi partiler yasası ve seçim yasası değişmiş, parti genel başkanları milletvekili aday listelerini, birkaç sadık adamı ile birlikte bizzat hazırlıyorlar. Merhum Özal Hükümeti kurarken daha bir pratiğini keşfetmiş. Bakan yapacağı kişiden, peşinen tarihsiz istifa dilekçesini alıyor ve sonra Çankaya’ya çıkıyor.
Bakan olabilmek için, peşinen tarihsiz istifa dilekçesi talebinin de, arzının da kabul edilemez bir davranış olduğunu ve taraflar açısından onur zedeleyici olması gerektiğini vurguladı merhum Sükan. Siyasette, istifa müessesesinin tamamen şahsi ve bireysel hak olduğunu ve kimsenin müdahalede bulunamayacağını ifade etti. Ama, hakkın önce sahibince korunmasının kaçınılmaz olduğunu, beden dilini kullanarak anlamlı bir gülümsemeyle anlattı.
Merhum Sükan ile yol boyu siyasette eskilere daldık. 28 Kasım l964 tarihinde yapılan AP büyük kongresi öncesi Süleyman Demirel ile aralarında yaşanmış rekabet ile ilgili sorum, Sükan’da şaşkınlık yarattı. Olayı bir de birinci elden öğrenmiş oldum. Gizlemedi, aynen teyit etti.
Şimdi gelelim günümüze:
Spordan sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, TFF Başkanı Haluk Ulusoy ile amansız bir mücadeleye girdi. Elinde müfettiş raporları olduğu halde TFF’nu olağanüstü kongreye götürdü. Haluk Ulusoy’un derhal istifasını ve yeniden aday olmamasını dile getirdi.
Halük Ulusoy’a, söylenenler vız geldi tırıs geçti. İstifa etmediği gibi yeniden aday oldu ve kazandı.
Sonrası ne oldu? Bay M. Ali Şahin, yeni hükümet teşkilinde Adalet Bakanlığı’na kaydırıldı. Son revizyonda da kabine dışı.
Şimdi ise, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kendisine bağlı RTÜK Başkanı Zahit Akman’ın istifasını talep ediyor. Gerekçesi de, Almanya’daki Deniz Feneri davasının; hem hükümeti, hem de kendisini yıpratması. Bay Arınç, kendi gücünden o kadar emin ki, konuyu olgunlaştırmaya gerek görmeden medya önünde dile getiriyor.
Sonra ne oluyor? RTÜK Başkanı Zahit Akman istifa etmeyeceğini, gündeminde böyle bir konunun olmadığını ifade ederek, tabiri caiz ise; bağlı bulunduğu Bay Arınç’a meydan okuyor. Bay Arınç talebinde ısrarcı imiş gibi duruyor ama cılız çıkan sesi pek bu günlerde duyulmuyor.
Konunun içine Başbakan da dahil oluyor. Akman’ın dürüst olduğunu ve kendini savunabilecek durumda olduğunu söylüyor ve açıkçası, Bay Akman’a arka çıkıyor.
Bay Arınç’ın talebinin ve görüşlerinin de şahsi görüşü olduğunu ve Başbakan olarak ne kendisinin, ne de hükümetinin Bay Arınç ile aynı çizgide olmadığını ifade ediyor.
Akabinde de RTÜK Yönetim Kurulu toplanıyor ve Zahit Akman’ın görevine aynen devam etmesi kararı alınıyor.
Bay Arınç da, Bay Şahin’in akıbetine doğru yol alıyor.
Benim algılamam ise, Başbakan Erdoğan’ın nezdinde Bay Akman’ın, Bay Arınç’tan daha güçlü olduğu yönündedir. Gelinen son noktada, Bay Arınç’ın görevinden ve hatta partisinden dahi istifa etmesi, kendisi açısından önem arz etmektedir. Aksi halde, üzerinde biriktiği iddia edilen dürüstlük ve tutarlılık yıldızları bir, bir dökülecektir.
Uçak yolculuğumuzda, Merhum Sükan söylemişti: Başbakan Süleyman Demirel’e duymam ufak bir güvensizlik; kırk bir parlamenterin partiden ayrılmasına yetti de arttı bile. Ayrılanların içinde bakan vardı, meclis başkanı vardı.
Fakat, o gün ile bugünün farkını gözden kaçırmayalım. O gün istifa eden arkadaşları; seçim bölgelerinde ön seçime giriyorlar ve kıran kırana mücadele edip, kendilerini aday listelerinin üst sıralarına taşıyorlardı. Dolayısıyla seçmen tabanları vardı.
Bugün ise öyle mi? Parti ayırımı yapmadan söylüyorum. Hepsinin gözü genel başkanlarında.
Genel Başkan, acaba beni hangi ilden ve kaçıncı sıraya koyacak? Hatta espri konusudur; bazı adayların aday yapıldıkları illerin trafik plaka numaralarını, aday olduktan sonra öğrendiklerini görüyoruz.
Anlaşılıyor ki güç genel başkanlarda. Hiç kimse kuruntuya kapılıp, maiyetindeki bürokrat ile veya parti içi rakipleri ile sürtüşmeye girmesin.
Biz sade vatandaşlar olarak ülkede demokrasicilik oynandığının farkına varıyoruz da, siz oyunun aktörleri olarak nasıl varamıyorsunuz?
Oyunun çetrefilli yanı işte burasıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.