Kestane Şekeri mi dediniz?

Kestane mevsimi gelse de doya doya kestane yesek diye beklerdim çocukken.
Suda kaynatılıp pişirileni de çok güzeldi ama kebabının yerini tutmazdı.
Maşınga üzerinde közlenen kestanelerin kabuklarından çıkan koku ve ısınan kabukların açılma sesleri.
Ateşten alınarak avuç içiyle sıkıştırılıp çıtlatılan kabuklar ve kestanenin yenmeye hazır hale gelmiş içinin avuca düşmesi.
Hele de ateşin üzerinde biraz fazla duran tarafındaki siyahlık ve sertliğin cezbediciliği.
Kolay kolay hayır denmeyecek, uzun kış geceleriyle özdeşleşmiş bir ses, bir koku, bir tat…
Bu güzelliği dikenli kılıfıyla saklayarak daha da kıymetlendiren ise kestane ağacı.
Ve bu güzelliğe güzellik katan da kestane şekerciliği…
Kardelen Kestane Şekeri fabrikasına davetli olduğumuzu duyduğuma bu davete en çok sevinenlerden birisi de bendim herhalde.
“Yanıma laptopumu da alayım, yazılarımı da oradan yazayım, gideyim geleyim ağzıma birkaç kestane şekeri atayım, bütün gün orada takılayım” dedim hınzırca.
“Hem yıllardır merak ettiğim kestanenin şeker haline gelme yolculuğunu da izlerim.”
Havanın güzel olmasından istifade fabrikanın bahçesinde kısa bir tur yaptık önce.
Sonra da sıkı hijyen aşamalarından geçip boneleri başlarımıza taktık ve üretim bölümündeki tura başladık.
Fabrikanın  Kalite Kontrol AR-GE sorumlusu Ebru Aygün bir yandan anlatıyor, biz bir yandan bantlar üzerindeki kestaneleri takip ediyoruz.
(Ebru Hanım’ın konuya olan hakimiyeti takdire şayan. Hemcinsim olarak ayrıca gurur duydum)
Makineler bir yandan, kadın işçiler bir yandan harıl harıl çalışıyorlar.
(Fabrikaya kadın elinin değdiği fabrikadaki kadın çalışan oranından belliydi.)
-18 derecede sırasını bekleyen çiğ kestaneleri görünce  niçin artık yaz-kış kestane şekeri yiyebildiğimizi de anladık.
Yenmeye hazır paketlenmiş envai çeşit kestanenin arasında soyulmuş ve dondurulmuş olanı bile varmış.
Üretim turumuz bitip de sohbete oturunca fabrika sahibi Mümin Bey ve Ticaret Müdürü Utku Bey bize geçmişten gelen yolculuklarını anlattılar.
Onlar anlattı, mutfaktan yetişmenin öneminin ve ilerleme azminin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını anladık.
Çalışanlarına konut sağlama projesi ise başlı başına büyük bir alkışı hak ediyordu.
Bu arada Mümin Bey’in eskiye olan merakı da yabana atılacak gibi değil. Fabrikanın bahçesinden kendi odasına kadar her yerde geçmişten gelen izler mevcut.
Güğümler, bakraçlar, yayıklar, fotoğraflar, anılar, anılar, anılar…
Yoktan var ettikleri bu markanın devamlılığını sağlamak için evlatlarını yetiştirip yetiştirmediklerini sordum kendilerine
Çocuklar üretimin her aşamasına şahit olsunlar ki bayrağı devralabilsinler istedim.
AVM’lerde kendilerini göremediğimi ve görmek istediğimi belirttim.
Hâttâ minik paketlerde, çerez gibi yiyebileceğimiz, şerbetsiz ürünleriniz de olsun ki elimize alıp atıştırabilelim dedim.
Kendilerine akıl öğretmek haddime değil ama ben aslında bu lezzetten mahrum kalmamak için kendimi garantiye almak istiyordum.
Bana bunları söyleten ise hep şu kestane aşkım…
Onlar da aynı şeyleri düşünüyorlarmış.
Tabii benim düşünemediğim birçok şeyi de….
Yurtdışına açılma öyküleri bile başlı başına büyük bir adım zaten.
Kardelen’i Cardelion ile madalyonlaştıracaklarmış.
Daha ne yapsınlar?
Bence;
Ne kadar yenirse yensin kilo yapmayan kestane şekeri yapsınlar…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.