DÜŞÜNEN GENÇLİĞE KATLİAM
ASKERİ VE SİVİL DARBELERLE TÜRK RÖNESANSININ ENGELLENMESİ
16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’ndan toplu halde çıkan devrimci
öğrencilerin üzerine atılan bomba ile ardından gerçekleşen silahlı saldırı sonucunda 7 öğrencinin
ölümü, onlarcasının da yaralanmasının 43. yılı onların nezdinde bu uğurda can veren hepsini
saygı ve rahmetle anıyorum. Bugün yaşayan yakınlarına, bu düşüncelerini koruyan yoldaşlara
sevgilerimi ve sağlık dileklerimi sunuyorum. Düşündürdükleri:
- Dünya Savaşı, sonrası emperyalizmin öncelikli hedeflerinden birisi ATATÜRK DEVRİMİ’NİN
antienperyalist ve tam bağımsızlık ilkesini yok etmek istemesidir. Anadolu Aydınlanma
Devrimi’nin bu temel niteliği ezilen uluslara esin kaynağı oluyordu. Türkiye Cumhuriyeti gençliği
tam bağımsızlık ilkesi doğrultusunda bilinçlenmiş bunun yol ve yöntemlerini tartışmaya
başlayarak yeni bir ufuklar açmıştı. Bu uyanış durdurulmalıydı.(yıl 1973 genel kurmay başkanı S.
S. “Sosyal uyanış ekonomik gelişmenin önüne geçmişti. Ve durdurduk diyecektir) NATO’YA girişle
beraber emperyalizm bu fırsatı buldu. İlk eylemleri, Köy Enstitüleri’ni, Halk Evleri kapatmak, uçak
fabrikasını kapatarak tencere fabrikasına dönüştürmek vb. Çabalar her alana yansıdı.
Batı Emperyalizmi, jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip Türkiye’nin denetim altında
tutulmasını hayati bir çıkar ilkesi edinmiştir.. Orta Doğu Coğrafyası’nı parçalaması yetmezmiş
gibi, hem Anadolu’yu hem Orta Doğu’yu yeniden bölme siyaseti geliştirmiştir. Adına BOP( Büyük
Orta Doğu Projesi) denen bu projenin eş başkanı olmakla övünen politikacılarımız olmuştur. Tarih
bu aymazlığı çok acı bir biçimde yazacaktır.
68 ve 78 kuşağı olarak bilinen, YURTSEVER DEVRİMCİ gençler hâlâ aydınlatılmayan
provakatif tezgâhlarla ezildiler. Amaç, apolitik, sorgulamayan, kendinden başkasını düşünmeyen,
bilgi ve becerisini doğa ve insanlık için değil iktidarın emrine sunan gençlik yaratmaktı. “Yurttaş
Kimiliği”, “Birey” olma kimliğini örselemek, onun yerine cemaat ve tarikat kimliği inşa etmek
istediler. Bu dönemde Türkiye, inanç sömürüsünün en zalim kalkışmasını yaşadı. 15 Temmuz.
12 Mart ve 12 Eylül böylesi büyük tezgahlardır.
Son olarak 28 Şubat eksik halka tamamlandı. Laiklik adı altında büyük bir oyun sahneye kondu;
görünüşte inançlarından dolayı mağdur bir kitle yaratıldı. Bu yapay mağdurluk dalga dalga
yayılarak 2002 yaratıldı.
Gelinen nokta milliyetçiliğin ve inançların nasıl sömürüldüğü acı bir biçimde toplumun
karşısına dikildi. Bedeli:
*Eğitim-öğretimin yozlaştırılması, çağ dışına itilmesi.
- Sağlık, devletin asli görevi olmaktan çıkarıldı. Ticaret aracı haline getirildi. “AŞI” üreten bir
ülkeden, aşı yardımı yaptığın ülkelerden aşı dilenen ülkeye dönüştürüldü. - Dış borçlar tarihimizin toplamının üç katına çıkarıldı.
- Yeraltı ve Yerüstü değerlerimizin mülkiyeti konusunda tarihimizin en belirsiz dönemini yaşıyoruz.
Yeniden Cumhuriyetin kuruluş değerlerini düşünüp tartışmamız kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Yöntem değişmedi ve değişmez de: Bilimin ve Felsefenin evrenselliğinden yararlanarak ulusal
sentezimizi oluşturmak. Bilim ve Teknoloji üreten bir devlet olmak. Bu topraklar bunu başaracak
tarihsel deneyime sahiptir. Bu topraklar 100 yıl önce başardı yine başarır.
“…. Efendiler istiklâl-i tam, deruhte etmekte olduğumuz vazifenin asli ruhiyesidir. Bu vazife
tarihe ve millete karşı deruhte edilmiştir…”
“…Efendiler, çalışmadan, terlemeden, üretmeden rahat yaşamayı alışkanlık haline getiren
milletler önce haysiyetlerini sonra hürriyetlerini ve sonra istiklâllerini kaybederler…” Ne dersiniz
100 yıl öncesinden seslenen bu sesi tanıdınız mı??? Evetse!!! umut var demektir.