Cehalet, Aydınlık, Yolcu

“Hiçbir şey bilmiyorum, yalnız bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimi” diyen, Sokrates’in bu sözüne benzer bir manada “Cehalet saadettir” diyor Konfiçyus. Sözü manasından ayırıp, salt sözlük anlamı ile bakarsak insanlar için cehalet felakettir. Hem de en büyük felaket. Bir inek kadar mutlu olmak için, bir inek kadar cahil olmak gerekir. İşte o zaman bir tutam ot, bir avuç saman mutluluk sebebi oluverir.
İnsan kendi varlığını sorgulayan, varlık üzerinde kafa yoran tek yaratıktır. Ahsen-i Takvim üzere yaratılmış olması da bu anlama gelse gerek. Yani terbiye edilmeye, eğitilmeye en elverişli yaratılmış olan. Terbiye ve eğitim yoğunlaştıkça kapasitesi artan tek yaratılmış.
Kendisine Rab(terbiye eden) sıfatını seçen Allah, en büyük mürebbidir. O en büyük terbiyesizliği küfür(şirk) olarak adlandırıyor ve bunun adını da cahiliye koyuyor. Bu isimlendirme belki müeyyide anlamında değil, ama durum tespiti anlamındadır.
Cehalet bir bilmezlik durumudur. Cahiliye ise bu durumun sosyal bir salgın gibi, toplumun tamamını veya bir kısmını kapsamasıdır. İşte en büyük düşmana “Ebu Cehil” adını vererek, cehaleti yok edilmesi gereken birinci hedef olarak tespit etmiştir.
Gönül fatihleri; yürüyen bir güneş gibi vahiy ışığına kapalı gönülleri bu ışığa açan aydınlık savaşçılarıdır. Karanlığın askerlerine karşı, aydınlık için aydın bir yürek ve aydın bir kafa için savaşırlar. Bu nedenle gönül fatihlerinin cephanesi ilimdir.
Bütün “İlimlerin Hakikati” kendisine ait olan en büyük gönül fatihi “Fettah” adını kendisi için seçen Hz. Allah, son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.)’e vahyini şu sözcükle başlatıyordu : “Oku!”
Oku emri, okumanın bütün anlamını içeriyordu. Göz ile oku, zihin ile oku, gönül ile oku. Kitabı oku, tabiatı oku, dünyayı oku, kainatı oku, olayları oku, tarihi oku, ve hepsinden öte kendini oku. Okuyarak oku, düşünerek oku, yaşayarak oku, duygulu bir şekilde duyarak oku. Ama inanarak, Allah’ın adıyla oku. O zaman okuyarak bilgiyi, düşünerek hikmeti, yaşayarak tecrübeyi, duygulu bir şekilde duyarak irfanı elde etmek mümkündür.
Her gönül fatihi üç şeyin bilgisine ulaşmıştır!…
“Yolcunun, yolun ve yordamın”
Yolcu; insandır. Gönül fatihi insanı iyi bilir. Doğru okur, insan fiili ayetlerle dolu bir Hak kitabıdır ve Allah’ın şah-eseridir.
Bu yolda her kılavuz da bir yolcudur. En büyük kılavuz olan Peygamberler rehber olarak gönderildikleri insanlara “Ben de sizin gibi bir insanım” demekle emrolundular. Aslında bu “Ben de sizin gibi bir yolcuyum” anlamına geliyordu.
Sadece yolcuyu bilmek ve tanımak yetmez. Yolcuyu bilmek kadar, yolu tanımak da şarttır. “Yol, yani İslam.” Günümüz Müslümanlarının çoğunun sıkıntısı, kendi dini olan “İslam” hakkındaki bilgisinin kitabi değil, folklorik bilgi olması yüzündendir. Dinleri atalarından, halk hikayeleri ve mitolojide olduğu gibi kulaktan dolma yöntemlerle öğrenmeleri “okuyarak, düşünerek, yaşayarak, duygulu bir şekilde duyarak öğrenmemeleri” nedeni ile Allah’ın dini yerine, bambaşka bir dine “İslam” diye inandıklarının bir ömür boyu farkında bile olmuyorlar.
Yolu, yolun sahibinden tanımak yerine, yolda oturup gelen geçenin ayağına çelme takandan, yolda metafizik uyuşturucularla keyif çatanlardan, tel örgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanlardan, yürüyüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce yolculuk üzerine zar atanlardan, yürümeyi bırakıp yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanlardan, ayağına batan dikenin faturasını çıkarıp ömür boyu tafra satanlardan, yanlış kılavuzlara kızıp yolu satanlardan, sorup öğrenenler yolsuz kalmaya mahkumdur!…
Yolcuyu tanımak, yolu bilmek yetmez. Yordam sahibi olmak gerekir. Yani yöntemi bilmek. Onun için büyükler “Vusülsüzlük, usülsüzlüktendir” demişler.
İslam’daki sünnet ve hikmet kavramları da aslında “Yöntemi-yordamı” ifade eden kavramlardır. Sünnete bir de bu açıdan bakmakta, Kur’an’ın bazı ayetlerinde geçen hikmet sözcüklerini bir de bu anlamda düşünmekte yarar var!… Sünnet, Hz.Peygamber(S.A.V.)’in vahyi hayata dönüştürme yöntemine verilen isim. Aslında “Sünnet” bu anlamıyla statik ve formal bir öğreti değil, dinamik ve canlı bir yöntemdir. Onlar insanlığın gönlünü İslam’a açarken; bilgiyle hayata davet ettiler. O bilginin nasıl yaşanacağını “Güzel ahlakla” gösterdiler. Öz olarak sünnet, güzel ahlak demektir.
Yani “yaradılış hikmetimize uygun yaşamaktır” vesselam…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.