Şu amansız hastalık…

Adını bile anmazdık eskiden hani.
Amansız hastalık deyip örterdik üzerini. Kimse duymasın, kimse bilmesin…
Şimdi barıştık adıyla.
“Evet, kanserim!” demeyi öğrendik.
Alt ettik çok zaman onu.
Ya da; o kadar çoğaldı ki artık, baş edemez olduk ‘amansız’ demekle. Ve aman vermedik kendisine.
Sapasağlam yaşarken bir anda “kansersin” sözüyle karşılaşmaya şaşırmaz hale geldik.
‘Yaşlılar hastalanır, yaşlılar ölür’ derken, çocukların da gençlerin de bu hastalığa tutulduğunu gördük.
Hele de kendi yaşıtlarımızda karşılaşınca daha bir yüz göz olduk kendisiyle.
Demek ki her an biz de….
Üzerini örterek ve kimselere ses çıkartmayarak kendi kendine mücadele etmekten daha iyi oldu belki de bu durum.
Müspet bilim eşliğinde makûl ve mantıklı yollar izleyerek ve hastaları -her ne kadar çağın vebası desek de- vebalı gibi görmeyerek hep birlikte aşar olduk zorlu yolları.
Çevremizde dolanan hastalığın kendi başımıza gelmediğine sevinmedik asla.
Çünkü biliyorduk ki temas her an muhakkaktı…
Çalışmadığımız bir sözlüde tahtaya kaldırılmamak için öğretmenden gözlerimizi kaçırmaya benziyordu bu biraz da. Her ne kadar arkadaşlarımızın arkasına saklansak da açılan kara kaplıdan adımızın okunması an meselesiydi. Sözlüye çalışmadığımız gibi kanser taramalarına da gitmiyor, erken teşhisin tedavi üzerindeki etkisini önemsemiyorduk.
Ve gün gelip karşımıza dikilince virüs deyip başımızdan def edemiyorduk.
Düşman içerideydi.
Düşman vücudun ta kendisiydi.
Dolayısıyla vücudun en ücra köşelerini biliyor, en kuytu dehlizlere gizlenip o kuytularda sinsi sinsi ürüyordu.
Beden onun savaş alanıydı. Zaferiyse tümüyle ele geçirdiği bedenle birlikte yok olmak…
Zaman zaman başarsa da bozguna uğradığı da oluyordu.
O zamanlarda ya bir köşeye sinip bekliyor ya da toptan defolup gidiyordu…
****
Kanserle savaş sırasında yaşananları çok yakınımıza ya da kendi başımıza gelmediği sürece hiç bilmiyoruz, dolayısıyla da anlamıyoruz.
Karşıdan söylemesi kolay tabii.
Bir de o mücadelenin içindeki hikâyelere bakmak lazım.
En basitinden; ele gelen minik bir kitleye fibrokist tanısı konulana kadar yaşananlar ve sonuçların okunması esnasındaki yüz ve beden halinin yaydığı enerji, doktorun “Kanser değilsin!” sözü ile gözlerden boşalan yaşlar.
Ya “Kansersin” deseydi…
Ki pek çok kişiye deniyor.
Yüzleşmenin ardından bihaber olunan bir dünyaya dalıp oralarda kayboluyor hasta. Önce direniyor, sonra savaşıyor, kazanıyor ya da…..
Doktorlar, hemşireler, hastalar, kemolar, şualar, petler, serumlar, sondalar, bitmek bilmez kan almalar, tahliller.
Sağlıklı günlerinde önemseyip de üzülünen her ne varsa hepsinin anlamsızlaşması, sağlıklı olmanın her şeyin üzerine çıkması…
****
Bazen nedensiz, bazen de bütün tetikleyicilerini işe koşarak tanışıyor insan bu hastalıkla.
Ne yaptım da oldum, ne yapmadım da oldum, ne yapsaydım olmazdım, ne yapmasaydım olmazdım sorgulamalarını hızla atlatıp, nasıl mücadele edip nasıl en az hasarla atlatırım diye bakmaya başlıyor hastalığa.
Yetişkinlerde sebep çok da, daha dünyanın bir derdini görmeyen çocuklarda da çıkıyor bu hastalık.
Anne karnında başlayan yolculukta yanlış giden bir şeyler olduğu kesin.
Yediğimiz içtiğimiz, giydiğimiz çıkardığımız, evimizdeki, elimizdeki, cebimizdeki herşey kanserojen maddelerle donatılmışken, geçim derdi, seçim derdi, işti okuldu sınavdı derken ne kadar yoruyoruz her bir hücremizi.
Hayat içinde üzülmemek elde değilse de, göz göre göre üzmemek elde olmalı.
İçine indi derler ya hani, işte oraya indirene kadar uğraşmamalı. Sabrın sonunun her zaman selamet olmayacağını anlamalı.
‘İyiler çabuk gider’ lâfının ardına iyice bir bakmalı.
Kediler gibi yaşayıp önce kendi bedenine ve kendi hayatına iyi davranmalı.
İyi olmak adına kimseleri üzmezken, kişinin kendisi yerle yeksan olmamalı.
“Eller iyisi” olmakta değil marifet.
Yoğun sıkıntılar sonucunda zayıflayan bağışıklık sistemi kendi bedeninin saldırısına uğruyor yoksa.
Demiştim ya hani düşman içeride diye.
O düşmanı uyandırmamak lâzım demek ki.
Ah ne yapsak ne etsek, nerelere gitsek.
Sevsek, sevilsek, neşelensek, gülsek, eğlensek.
Belki hiç uğramaz o zaman, belki teğet geçer gider.
Kim bilir…
****
Bu arada; hüzünlü hüzünlü yazdığıma bakıp da kanser karşısında naçar kaldığımızı düşünmeyin.
Sürekli güncellenen bilgiler, yepyeni uygulamalar, bilinçli hastalar, bilinçli yakınlar ve ONKODAY gibi dernekler derken, el birliğiyle veriliyor bu mücadele.
Bize düşense hep destek, sonuna kadar destek…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.