Sıradaki kim?
Ortalık yine toz duman. İşin sonuna gelindi yaygaraları ortalığı inletiyor.
Şimdi kendilerine dinci gazetelerde köşe bulmuş döneklerin ağzı kulaklarında. Yaptıkları ortam dinlemeleri, izleme faaliyetleri ve ispiyonlarının meyvelerini toplamanın zevk-i sefasını sürüyorlar.
Uzunca bir zamandır, televizyon ekranlarında boy gösteriyorlar. Bazıları ise kendilerini o kadar konulara kaptırmışlar ki, traş olmaya zamanları yok zahir, yüzü gözü saç sakal içerisinde kalmış.
Her tartışmada ağızlarından zehir akıyor. “Militarist güçler” “ militarizmin baskıcı tutumları” gibi klişeleşmiş sözler birbirini izliyor. Dünyanın neresinde görülmüştür bu tür haylazlıklar.
Silahlı Kuvvetlerin görev başındaki komutanlarına açıktan çullanmaya cesaretleri yok. Yandan, arkadan dolanarak ve “Karnından konuşarak” tecavüze yelteniyorlar.
Fakat emekli olmuş komutanlara ise atış serbest. Vur, vurabildiğin kadar.
Ülkesine şerefiyle hizmet etmiş, çalışkanlığı tartışılmaz, çalıştığı sürece üzerine en ufak bir toz zerreciği dahi kondurmamış, en önemlisi de; terörle mücadeleye canını adamış ve vatan hainlerinin hakkından gelmiş paşalarımız, netice itibarıyla “terörle” suçlanır hale gelmiştir.
Kendilerine önce “Çeteci” daha sonra “Darbeci” dendi, olmadı şimdi de “Terörist” denmeye dayandı, iddianamesiz iddialar.
Doğaldır, herkes herkesin hakkında aklına gelen her türlü iddiada bulunabilir. İddiaların inceleneceği ve ispatlanacağı yer “Mahkeme Salonları”dır. İsnat edilen suç, sabitleşirse kişi hüküm giyer. İspatlanamadığı taktirde ise beraat eder.
İşte beraat ettiği zaman, kişinin haklarını arayabileceği zeminin oluşturulması gerekir. Mahkeme neticesinde “efendim hakkınızda şu şu iddialar vardı ama, ispat edilemedi. Beraatınıza karar verildi” demek meseleyi sonlandırmaz. Yeni bir başlangıcın olması gerekir.
Suç isnadında bulunanların, devlet görevlisi veya normal vatandaş olsun, kimliklerinin tespiti ve isnat ettikleri suçlamalar tutanak altına alınmalıdır. Çünkü, haklarında suç isnat edilenlerin pek çoğu ihtimaldir ki, aklanacaklar. İşte bu aklanmalardan sonra, kişilerin mağduriyetinin hesabını sorma hakları doğacaktır. Karşı mahkemelerin açılması kaçınılmaz olacaktır.
İddiada bulunup da, iddialarını ispatlayamayan “müfteriler” sanık sandalyesine oturacaklardır.
“Kara çal, tutmaz ise izi kalır” mantığının hoş görüldüğü toplumlarda lekelenmemiş insan kalmaz.
Gelelim gözaltına alınma şekillerine. Şekil çok önemli. Daha öncede belirtmiştim. Irak’ın devrik diktatörü Saddam Hüseyin’in idam cezasının infaz şeklinde olduğu gibi. “As ama adam gibi as. Cellatsan cellatlığını bil. Cellatlığın da bir usulünün olduğunu bil. İdama giden birinde kendi zevkini tatmin etme” diyerek serzenişte bulunmuştum.
Bu gözaltı uygulamaları, 21. yüzyıl Türkiye’sine hiç mi hiç yakışmıyor. Nedir o manzara? Kurbanlık koçların veya tosunların; ite kaka kan çukuruna götürülmesini anımsatıyor. Kalabalık bir polis grubu. Yaka paça götürülen kişi sanki otuz bin insanın katlini gerçekleştirmiş. Kaldı ki; otuz bin kişinin ölümüne sebep olmuş “terörist başına” dahi bu tür muamele reva görülmedi.
Hiç ama hiç şık değil. Uygulamanın başındaki kişiler, şapkalarını önlerine koyup, konuya çözüm aramaları, insanlık onurunun bütün değerlerden üstün olduğunu kabul etmeleri gerekir diye düşünüyorum.
İnsan hakları konusunda duyarlı olduklarını her fırsatta dile getiren ve zırt pırt Diyarbakır’a gelip boy gösteren “Batılı hümanistler(!)” nedense ortalarda görünmüyorlar. Bu tür uygulamalar görev sahalarının dışında mı acaba? Onların görevleri, ülkelerinin içini karıştıran teröristlerin arkasına düşmek midir?
Bir sözümde DMMF’ta. Yargının işine karıştırılmayacağını öğrendiği için kendisini tebrik ediyorum. Test etme imkanım yok ama, yargıya müdahale edilmemesi konusunda hemfikiriz sanırım.