Sağlığa Ulaşmak Zor Olunca…

Değerli arkadaşlar… 13 yıl ara ile iki kez kalp krizi yaşayıp hastanelerin en kritik servisi olan yoğun bakım ünitesini 13 yıl ara ile iki kez gözlemlemiş oldum. Artık deneyimli bir kalp hastası olduğum için ikinci seferinde daha kısa yatmama rağmen daha iyi gözlemlerim oldu. Son bir yıl içinde farklı il ve ilçelerdeki hastanelerde de gözlemlerim olunca hepsini birleştirdim.
Her şeyden önce belirtmek isterim ki sağlık sistemimiz çökmüyorsa yapılan devasa binalar, gelişmiş tıbbi cihazlar (elbette katkısı çok) sayesinde değil, fedakar, ancak sorunlarla yüklü sağlık çalışanlarımız sayesinde…
Bu bilgilendirmeye başlamadan önce sağlıkla ilgili istatistiki bilgilere bir kez daha baktım. Bu bilgilere sizler de kolayca ulaşabilirsiniz. Bu nedenle ayrıntıya girmeyeceğim. Anlaşılması için de rakamsal bilgileri yuvarlayacağım.
Ülkemizde her yurttaş yılda ortalama yaklaşık 10 kez sağlık kurumlarına başvuruyor. (Bu arada sağlık kurumlarına hiç başvurmayan çok sayıda insanımızı düşündüğümüzde bazıları onlarca kez başvurmuş oluyorsa da bu durum sonucu değiştirmiyor) Nüfusumuzun 80 milyon olduğu kabul ettiğimizde yılda 800 milyon başvuru ediyor.
Başvuruların çok büyük kısmının cumartesi pazar dışındaki iş günlerinde olduğunu düşünürsek ve resmi tatilleri de çıkartırsak 250 gün üzerinden her gün yurtta 3 milyon iki yüz bin insanımız sağlık arıyor. Pek çok hasta aynı başvuru için bir kaç kez hastaneye gidip geldiğinde hastane kapılarındaki kalabalığı tahmin edebilirsiniz. Buna bir de her hastanın yanında en az bir kışi ile geldiğini düşünerek sayıyı rahatlıkla iki ile çarpabilirsiniz.
Benim tedavi gördüğüm 3 milyon nüfuslu Bursa ilinde bu hesapla her gün ortalama 120 bin kişi sağlık kurumlarına başvuruyor.. Sağlık kurumlarına başvuranların yüzde otuzu ilk kademe sağlık kurumu olan sağlık ocaklarına ve aile hekimlerine gidiyor. Geriye kalan yüzde yetmiş ise hastanelere koşuyor.
Bu hesapla Bursa’da her gün 120 bin kişinin 84 bini hastane kapılarında… Yanında gelenleri ve sonuç alma kontrol gibi tekrar gelmeleri de katarsanız Bursa’da hastane kapılarındaki günlük insan sayısını 200 bin olarak hesaplamak hiç yanlış olmaz.
200 bin insanı Bursa’daki hastane ve yatak sayısı ile orantılamak hiç doğru bir yaklaşım değil. Zira ciddi olaylarda ya hasta doğrudan il merkezindeki hastanelere geliyor, ya da ilçelerden sevk yapılıyor. Bütün yük Tıp Fakültesi ile 4 hastaneye biniyor. Özel hastanelere gitmek artık maddi cesaret istiyor.
Hastanelerimizin baştan hatalı planlanmış mimari yapıları ya da sonradan eklemlenmiş gecekondu yapılar nedeniyle hastalar koridor koridor doktor, tahlil, röntgen, MR, reçete yazdırma, rapor alma eylemlerinde arkalarından yakınlarını sürükleyerek koşturuyor.
İşin en acı tarafı sağlığa ulaşmak için bu kadar zorlanan hastalar ve yakınları sinirler gerilince hekimlere, hemşirelere, sağlık teknisyenlerine patlıyor. Sağlık çalışanlarının her gün bu ortam içindeki ruh hallerini de siz düşünün. Bu nedenle her gün hastanelerden şiddet haberleri geliyor. Bunları az bir kısmı da basına yansıyor.
Hastane kapılarında sağlık arayan insanlarımızın en alt gelir guruplarından olduğu giyim kuşam başta olmak üzere her hallerinden anlaşılıyor. Eğitim durumları ise dertlerini ancak anlatabilecek seviyede.
Bu kadar zor ulaşılabilen sağlık sisteminde insanlar elde ettikleri her şeyden dolayı siyasal iktidara şükür dualarını gönderirken, elde edemedikleri her şeyden de karşılarında duran sağlık çalışanlarını sorumlu tutuyor.
Son 20 yılda hızla gelişen biyomedikal sistemlere gelince her hastanede olmaması nedeniyle yığılmalar belli hastanelerde oluyor. Bu cihazların varlığının iktidarın sağlık alanına yaptığı yatırımlar nedeniyle mi, medikal cihazları pazarlayanların pazarlama firmalarının başarısı mı olduğu tartışılır.
Tıbbi cihazlarda çağın olağan gelişiminden dolayı olan artışlar hasta ve yakınlarında memnuniyet yaratırken mevcut siyasal iktidara ise oy olarak yansıyor. İş başında hangi iktidar olursa olsun bu cihazları alacaktı. Ancak halkımız son 20 yıldaki gelişmeyi de siyasal iktidarın başarısı olarak görüyor. Eskiden insanlar “Allah devlete millete zeval vermesin” diye dua ederken teknolojideki çağın gelişmeleri nedeniyle “Allah bu iktidarı başımızdan eksik etmesin” diyerek dua ediyor. Bu dualardan sağlık çalışanları nasibini alamadığı gibi beddualar şiddete dönüşmezse şanslı sayılıyor.
İşte her yıl hastane kapılarına yığılan 3 milyon iki yüz bin insanın yakınları, aile çevreleri, komşuları da hesaba katıldığında en büsyük payı ve duayı sağlık çalışanları değil iktidar alıyor. Bu da seçim sandıklarına yansıyor.
Daha özel durum olan Yoğun bakım gözlemlerine gelince: Orası tam bir can pazarı. Orada hasta başına bekleyen sayısı. 8 ya da 10 kişiyi buluyor.. Görüşme olanağı çok kısıtlı olduğu halde sabahlara kadar en olumsuz koşullarda bekleşiyorlar.
Yoğun bakımdaki personel 24 saat esasına göre çalıştıkları için her hastayı kısa sürede yakından tanımış oluyor ve nöbet devrederken arkadaşlarına tek tek hastanın kişisel özellikleri dahil bilgi veriyor. Buradaki hemşireler neredeyse hekimlerden daha deneyimli. 24 saat gözlemledikleri hasta konusunda kibarca hekimi yönlendirebiliyorlar. Hekimin bulunmadığı anlarda durumu ağırlaşan hastaları resmen hayata döndürebiliyor.
Hekimlerin deneyimlilerini özel kurumlar kaptığı için hekimlerin çoğu çok genç. Ancak hasta yoğunluğu nedeniyle oldukça deneyim sahibi ve hızlı karar verebiliyorlar. Bu da hastada hekime karşı güven sağlıyor.
Yoğun bakımda daha çok hasta yakını beklediği ve hastalar daha kritik safhalardan geçtiği için buradan siyasal iktidara daha çok oy devşirilmiş oluyor. Hasta yakınlarının kızgınlıkları ise kendilerini hastasıyla görüştürmeyen sağlık çalışanlarına yöneliyor.
Şu andaki bütün karmaşaya trafikteki bütün sıkışıklığa rağmen insanlarımız bu yoğun hastanelere neredeyse tek vasıta ile hatta yaya olarak bile ulaşabiliyor. Ancak şimdilerde yapılan şehir hastaneleri otoban kenarlarına ve neredeyse hiç insan yaşamayan yerlere, görünsün diye de tepe üstlerine yapılıyor. İnsanlar bu hastanelere nasıl ulaşacak? Çalışanlar her gün nasıl gidecek? Onu da yaşayarak göreceğiz.
İşsizliğin bu kadar yüksek seviyede olduğu ülkede hiç bir eğitim almadan yapılabilen ulaşım sektöründe ve motorlu araç pazarında epeyce “gelişme” olacağa benzer.
Bu kadar tespitten sonra fedakar sağlık çalışanlarına sonsuz teşekkürler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.