Kıvamını buldu mu?

            Kürt
isyanlarının, Osmanlı’dan bu yana zaman zaman alevlenmekte olduğunu, biraz
tarihe ilgi duyanlar bilir.

            Birinci
Dünya Savaşı’nın sonrasında, İtilaf Devletlerince, Osmanlı’ya binbir baskı ile
imzalatılmaya çalışılan Sevr Antlaşması’nda; Büyük Ermenistan ve Bağımsız
Kürdistan devletlerinin teşkili vazgeçilmez tutku idi. Başaramadılar.

            Bilahare,
Musul-Kerkük meselesi masaya yatırıldığında; İngilizler Şeyh Sait isyanını
organize ettiler. Yine başaramadılar.

            1933’ten
1937’ye kadar yine rahat durulmadı. Bu kez Seyit Rıza’ya Dersim İsyanını
başlattırdılar. Dersim isyanı geniş kapsamlı bir isyandır. Çok kan döküldü.
Türk ordusu, isyanı kuralları dahilinde bastırmayı başardı.

            Dersim
isyanı, yetmiş üç yıl sonra gündeme getirildi. Hem de bu ülkenin Başbakanı
tarafından. İsyanı bastıran devlet, töhmet altında bırakılarak.

            1984
yılında Eruh Jandarma Karakoluna yapılan saldırı ile PKK’nın önderliğinde
devlete başkaldırı yine sahneye konuldu.

            Önceleri,
“Üç beş kendini bilmez”in hoyratlığı dendi. Sonra olayların öyle olmadığı dış
destekli bir başkaldırı olduğu anlaşıldı. Bu kez meselenin halli konusunda
değişik görüşler ortaya atıldı. Ortaya atılan görüşler ham ve isabetsiz idi.

            Kimi çok
bilmişler, meselenin ekonomik olduğunda ısrarcı.

            Kimi
duyarsızlar, meseleyi zamana yaymayı yeğledi.

            Kimi art
niyetliler ise, meselenin kültürel ve sosyal içerikli olduğunu ifade etmekte
idi.

            Kimi
çevreler ise, meselenin olgunlaşmasını ve kamuoyu oluşmasını beklediler.

            Velhasıl,
yönetenler ve muhalifler, bir çizgide buluşamıyor. Karşı taraf ise, ödevine iyi
çalışmış, başarılı öğrenciler gibi.

            Anayasanın
yirmi altı maddesinin değişikliği konusunda yapılan halk oylamasında, ülkenin
bölünmeye doğru hızla kaydığı, ucundan kıyısından biraz mürekkep yalayanlar
tarafından ayan beyan anlaşıldı.

            Siyasi
iktidar, referandum kampanyası boyunca, “İmralı” ile görüşmeleri inkar etmiş
olmasına rağmen görüşmeler su yüzüne çıkmıştır.

            Adalet
Bakanı, PKK’yı ve İmralı’yı terörist kabul etmeyen BDP yetkilileriyle resmen
görüştüğünü deklare etmiştir.

            Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek ise, “Hükümet Sözcüsü” olduğuna göre, herhalde hükümetin
görüşünü açıklıyor. Ne diyor? “Artık yeteri kadar kan ve gözyaşı döküldü.”

            Bu ne
demeye geliyor? Yani mesele yeteri kadar olgunlaştı. Kamuoyu her türlü hapı
yutmaya hazır. O halde, “Kürt sorununu” çözme zamanı geldi. Demek ölçü, otuz
bin kişinin ölmesi imiş.

            BDP
yetkilileri ne istiyor?

-İki Uluslu bir devler.

            -İki
bayraklı bir devlet.

            -Ana dilde
eğitim.

            -Kürtlerin,
kendi içişlerinde bağımsızlık.

            -Henüz
ifade edemedikleri “Tam Bağımsız bir Kürdistan”

            Türk
Milleti ise, iç ve dış güçlerce “Verelim de kurtulalım” noktasına getirilmek
istenmektedir.

            Bu Türk
Milleti, en güçsüz olduğu 1919 ve 1920 yıllarında dahi diz üstüne
çökertilememiş iken, bugün çökertileceğine inanmak istemiyorum.

            İleri ki
günlerde bakalım daha neler göreceğiz?

            Kıvamını
buldu mu? Bulmadı mı?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.